Yasemin'ce

Yasemin BORAN
Haberin Devamı

Sağlığın sırrı

Her şeyin başı sağlık.

Konuya böyle damdan düşer gibi çok standart bir sözle başladığımı biliyorum. Fakat şu anda içinde bulunduğumuz durumu, bir kaç kelimeyle bundan daha iyi tanımlayacak başka bir laf da bulamıyorum.

Düşünün diyeceğim ama, bu konuda öyle uzun uzun düşünmeye bile gerek yok. Sağlık olmazsa, olmaz. Ne yaptığınız işten bir keyif alabilirsiniz, ne de sizi en çok eğlendiren bir uğraşıda bulunabilirsiniz...

Açıkçası, sağlığınız kötüyse, her şey kötü gelir. Ne parlak güneşli hava, ne leziz bir yemek, ne de sevdiğinizle yapacağınız sohbet... Zaten ağzınızın tadı yoktur. Zihniniz bulanmıştır ve de keyfiniz kaçmıştır.

Bütün bunları neden anlattığımı anlamışsınızdır, sanırım. Şu sıralar sağlığımızı tehdit eden ‘‘grip’’ yüzünden... Neredeyse her kış tekrarlamaya başlayan grip salgını, artık önemsemediğimiz bir hastalık olmaktan çıkmış bulunuyor.

Mesela geçen yıl ‘‘Çin gribi’’ adıyla hemen bütün dünyayı kırıp geçirdi ve Türkiye'ye de gelip canımıza okudu. Önceki yıllara baktığımızda sekiz-on yıl arayla ortaya çıkan salgınlar 1996'dan bu yana neredeyse her sene dünyayı tehdit eder hale geldi. Hem de her seferinde bambaşka bir adla, bambaşka bir kimlikle!

Kimlikle diyorum, çünkü bu grip virüsü her ne menem bir şeyse, sanki ‘‘kişiymiş’’ gibi davranıyor. Tam bunun çaresini buluyorsunuz, başka bir kıyafete bürünüp tanınmaz bir biçimde yine karşınıza çıkıyor. Ancak zeki birinin uğraştıracağı ölçüde uğraştırıyor.

Zaten uzmanlar da ‘‘İnfluenza’’ adını verdikleri grip virüslerinin ‘‘oldukça zeki!’’ olduğunu söylüyorlar. Bunlar bir de seyyahlar gibi dolaşıyorlar ve de ikiye ayrılıyorlar. Bunlardan birinci tip, sadece ülke içinde dolaşırken diğer tip bütün dünyayı dolaşıyor.

Bunun üzerine insanın neredeyse virüs! olacağı geliyor. Ama böylesine zarar vereni değil de iyi huylu olanından... Hatta faydalı bir virüs olmak mümkün olabilir mi, acaba diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Tabii bunu, yollarda olmayı pek seven ben, kendi adıma söylüyorum.

Şu anda adına ‘‘Sidney gribi’’ denilen hastalık, başta ABD ve Avrupa olmak üzere bütün dünyayı dolaşıp Türkiye'ye ulaşmış bulunuyor. Böylece de hepimizin sağlığını tehdit ediyor.

Şimdi, bu virüsün ne menem bir şey olduğunu sanırım anladınız. Haa bir de bu virüsün savaştan miras kaldığı yolunda iddialar var. Denildiğine göre I.Dünya savaşından sonra ortaya çıkmış. Hoş gerçi savaş öncesi hakkında vardı-yoktu tartışmalarını yapabilecek ne bilimsel, ne de tarihsel yeterli bilgilere sahip olmadığımıza göre savaşın ürünü olarak değerlendirmekte bence bir sakınca yok.

Fakat, bu bilginin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yani savaşın akabinde bir grip salgının insanları perişan etmesi ve savaş hastalığı olarak değerlendirilmesi, bence çok önemli bir ipucu... Belki bu bilgiden yola çıkılarak hastalıkla mücadele edilebilir.

Şimdi savaş yıllarını kısaca bir düşünelim; Savaş denilince insanın aklına hemen zihinsel ve bedensel açıdan zayıf düşmüş insanlar geliyor. Ve elbette kıtlık, yokluk ve buna bağlı olarak kötü beslenme hatta açlığın zayıf düşürdüğü insanları hatırlıyorsunuz.

Kısacası ‘‘savaş’’ın sonucunda insanlar ne yapacağını bilemez hale geliyorlar ve hem fiziksel, hem zihinsel, hem de ruhsal açıdan yıpranmış ve zayıflamış oluyorlar. Üstelik ister kazanan taraf olun, ister kaybeden taraf... Sonuç değişmiyor.

Demek ki, hastalıkla başa çıkmanın püf noktası, ‘‘zayıf’’ olmamak. Özellikle de zihinsel ve de ruhsal açıdan. Zaten zihinsel bir zayıflık içine girdiğiniz andan itibaren bu durum hem psikolojinize, hem de fiziğinize yansır. Yani kafanız karışıp da ne yapacağınızı bilemez hale gelecek olursanız... Karamsar, endişeli ve kararsız olursanız... Her türlü hastalığa davetiye çıkartmışsınız demek oluyor.

Peki bu durumda ne yapacağız?

Öncelikle zihnimizi kirleten her türlü kötümser düşünceden uzaklaşacağız. Bizi yaşama sevincinden alıkoyacak sorunları büyütmekten kaçınacağız. En önemlisi de sevmeyi ihmal etmeyeceğiz. Kendimizi, bedenimizi, kusurları ve güzellikleriyle varlığımızı kabul gösterip ‘‘iyi ki yaşıyorum’’ demeyi öğreneceğiz. Ve de etrafımızda var olanlara bu duygu ve düşünceyle yaklaşacağız.

Unutmayın ki, dünyada çözümsüz bir sorun olmadığı gibi sindiremeyeceğimiz ızdırap da yok. Çözümsüzlük ve kederlerin yaratıcısı biz, ben yani insan. Ve de insan öyle mükemmel bir donanıma sahip ki, her türlü sorunun, her türlü ızdırabın üstesinden gelebilir. Şayet böyle olmasıydı, I. ve II. Dünya savaşlarından sonra grip yüzünden yeryüzünde insan kalmazdı.

Anlayacağınız üzere sağlığın sırrı, öncelikle zihinsel sonra da fiziksel olarak güçlü olmak, diyorum, Yasemin'ce...

Yazarın Tüm Yazıları