Yasemin'ce

Yasemin BORAN
Haberin Devamı

Değişimin neresindesiniz?

Dünya olanca süratiyle değişirken insanlar bu değişimin neresinde bulunuyorlar? Ve siz bu değişime ne kadar uyum sağlayabiliyorsunuz?

Aslında kimse bunu düşünmüyor. Değişimin herkes farkında. Derecesini bilmese bile havası, suyu, yedikleri ve içtiklerinin bildikleri eski lezzette olmadığının farkındalar. Dünyanın tadı değişiyor. Bildiği ne varsa, eskisi gibi olmadığını biliyor. Kısacası insan, dünyanın değişiyor olduğunu biliyor. Bunu uzun uzun anlatmanın manası da faydası da yok.

‘‘Nasıl yok’’ diyebilirsiniz, pek tabii. ‘‘Biz biliyoruz ama bilmeyen çoook’’ diyebilirsiniz. Pek de güzel demiş olursunuz lakin, toprak, eski toprak değil, su, hiç değil. Domateslerin bile tadı kaçtı. Yediklerimizin hepsi hormonlu. Ne tadı var, ne tuzu. Gözünüz kör, kulağınız sağır olsa bile yiyip içtiklerinizden anlar, dünyaya neler olduğunu sorarsınız.

‘‘Baharı görmeden yaz geldi geçti’’ diyen şarkının sözleri sanki aşk için değil bugünleri anlatmak için söylenmiş. Dört gözle beklediğimiz baharı göremeden kendimizi yazın tam göbeğinde bulup buram buram terlerken düşünecek haliniz bile kalmayabilir elbette. Tabii düşünmediğiniz zaman da değişimi sadece yaşarsınız.

Yaşamak, sözcüğü kulağa çok hoş geliyor. Ancak, bu durumda nasıl yaşadığınız önemli. Izdırap içinde, nefes almakta zorlanarak mı yaşıyorsunuz, yoksa değişime uyum sağlayıp yaşadığınızın farkına vararak mı yaşıyorsunuz?

Değişimi hangi açıdan, kaç dereceden görüyor ve kendinizi neresinde buluyorsunuz?

Bunları düşünmediğinizden eminim. Çünkü, kelime olarak bile ‘‘değişmek’’ zorlayıcı, ürkütücü, rahatsız edici bir kavram. Hem de değişmeyi çok istesek bile... Kendimizden, çevremizden, yaptıklarımızdan memnun olmasak bile...

Peki, ne olacak şimdi? Dünya değişiyor, kavramlar, değerler, bildiğimiz gerçekler değişirken biz olduğumuz yere yapışıp kalacak mıyız? Tıpkı kendisini akıntıya bırakmaktan korkan yosunun masalı gibi şimdiye kadar öğrendiklerimize sıkı sıkı tutunup gürleyen bir ırmak gibi değişerek akan hayata kendimizi bırakmayacak mıyız?

Tabii bunun sonucunda hayatın kendine sunduğu fırsatları değişimden korktuğu için geri çevirmiş, huysuz ve bedbin ihtiyarlar gibi mi olacağız? Hayatın akışına kendini bırakmaktan korkan birinin yaşadığını söylemek çok zor. Yani nefes alıp vermek yaşamaksa, yaşıyor tabii ki. Ancak, anlamak, öğrenmek, heyecan ve ızdırap duymak, keyif almak, tadına varmaktır, yaşamak... Ve değişen gerçekleri reddederek kendinizi akışa bırakmadığınız sürece bilemezsiniz, anlayamazsınız, kısaca yaşayamazsınız.

Elbette ki, kendinizi körlemesine atmayacak ve çılgınca köpürüp coşan ırmağın ortasına fırlatmayacaksınız. Ancak, zaten ırmağın içindesiniz. İsteseniz de istemesiniz de hayatın kendisi sizi bulunduğunuz yerden başka bir yerlere götürüyor. Kimi zaman hızlı, kimi zaman yavaş. Bunu bilmek bile ırmağın neresinde olduğunuzu anlamanıza yardımcı olacaktır. Yeter ki, en azından bunun farkına varın. Sonra ırmağın neresinden akmaya karar verebilir, ırmağın hızına denk bir hızla akmayı öğrenebilirsiniz.

İşte, bütün mesele burada. Bir kez bunu öğrendikten sonra gerisi kolay. Hayatın akışına uyum sağlamak ve ırmakla yani hayatla birleşmek, bir olmak. Ondan sonrası tamamen sizin iradenize, isteğinize kalmış.

İsteklerin gerçek olması, hayatın akışına denk akanların becerebildiği bir yetenek. Ve bu özel yetenek hepimizde var, diyorum, Yasemin'ce...






 








Yazarın Tüm Yazıları