Yasemince

Kaybolan kültürlerKaybolmak, ne hüzün verici bir kelime. Sanki bir daha hiç karşılaşmayacak, hiç görmeyecekmişsin gibi bir duyguya kapılıyorsun. Ve insanın aklına hemen sevdikleri geliyor. Ya da varlığından mutluluk duyduğu ne varsa, o geliyor. Kaybolmak sözcüğü, sanki bütün bunları yitirecekmişsin gibi hissetmeye neden oluyor. Ve tam o anda içinden, taa derinlerden bir şeyler kopuyormuş sanıyorsun. Sanki seni sen yapan ne varsa, adlandıramadığın ama bildiğin şeyler seni terk ediyor da, sen de bomboş, boş bir çuval gibi hissediyorsun kendini. Daha doğrusu bana böyle oluyor. Hiçbir şey beni ‘‘Kayıp’’ duygusu kadar demoralize etmez. Hem de düşmanım bile olsa, hiç sevmediğim ya da aklımdan hiç geçirmediğim, o güne kadar öğrenmediğim bir şey bile olsa, kaybolacak olan şey kadar. İşte o anda moralim bozuldu demektir. Değil mi, ki artık olmayacak, işte bunu bilmek beni kahrediyor. İyi de önceden var olduğunu bilmediğin bir şeyin yok olmasından niye etkileniyorsun, diyebilirsiniz. Fakat, o dakikaya kadar varlığından haberim olmasa bile ‘‘şimdiye kadar böyle bir şey vardı ve falan nedenlerle kaybolacak, artık olmayacak’’ dedikleri andan itibaren haberim olmuş oluyor ve şimdiye kadar var olan bir şeyin yok olacağını öğrenmekten büyük bir üzüntü duymaya başlıyorum. Hem de yıllardır bildiğim ve sevdiğim bir şeyin yok olacağını öğrenmişim gibi, sevdiğimi yitiriyormuşum gibi etkileniyorum. Hem bundan daha doğal bir şey olamaz diye düşünüyorum. O güne kadar benim öğrenmemiş olmamın bir önemi yok. O şey bugüne kadar varlığı ile bildiğim ne varsa, herşeyi kendince etkiledi. Tabii yokluğu da etkileyecek. Kimbilir, belki bildiklerimi bilemez, tanıyamaz hale geleceğim, belki de bildiklerimin bile kaybolmasına neden olacak.Biliyorsunuz, ya da bilmiyorsunuz ama, fokların varlığı denizdeki canlılığın bir göstergesiymiş. Şayet foklar olmazsa, orada hayat bitmiş demek anlamına geliyormuş. Yaa, işte böyle. Fok deyip geçiyoruz ama koskoca bir denizin canlı olup olmadığı, fokların var olup olmamasına bağlı. Fokların kaybolma nedeni ise, yaşadıkları yerdeki balıkların kaybolmuş olması. Balıklar ise, başka bir şeyin kaybolması yüzünden yok oluyorlar. Düpedüz bir hayat zinciri gibi. Zincirin bir halkasındaki canlılık yok oldu mu, halka kopuyor ve diğerleri de peş peşe kaybolup gidiyorlar. Şimdi, bilip bilmememin ne önemi kalıyor? Bir şey kayboluyorsa, hemen peşinden kimbilir neler kaybolacak diye telaşlanmam, endişe etmem ve üzülmem boşuna mı? Kaybolan o şey, belki de benim çok sevdiğim bir şeyin de yok olmasına neden olacak. Ve bunu bilmem de mümkün olmayacak. Ve bunun sonucunda ben, bilmediklerime de üzülmeye başlayacağım, pek doğal olarak. BEDEN KÜLTÜR İLİŞKİSİHem bugünkü dünyanın bin yıl önceki, yüz yıl önceki, hatta bir yıl önceki dünya olmadığını biliyoruz ve biliyoruz ki, bunun nedeni bugüne kadar kaybolmuş olanların etkisi. Kaybolanların yerini bambaşka şeylerin doldurması. Binlerce yıldır dengelerin bozulup bozulup yeniden düzenlenmesi sonucunda yeni bir dünya ile karşılaşıyoruz. Mikro kozmozdan makro kozmoza kadar değişimin etkisi gözleniyor. Sürecin farkına varılmasa bile sonuçlarına şahit oluyor. (Göreceğimiz kadar hızlı bir değişim sürecinde bulunuyoruz) Tabii her şey değişirken insanlar da nasiplerini alıyorlar. Değer, yargı, anlayış derken bakıyorsunuz bildik, tanıdık ne varsa yokolup gitmiş. Tabii bu arada kültürler de kaybolup gidiyor. İşin esasına bakacak olursak, koskoca uygarlıklar yokolup gitmiş, kültürler kaybolmuş, çok mu, denilebilir. Evet, çok. Hem de ürkülecek derecede ciddi boyutlarda çok fazla. Fokların kaybolması kadar önemli. Kültürünü kaybeden bir toplumun yok olması kaçınılmaz. Bir toplumun kültürünü kaybetmesi demek, bedenin organlarını yitirmesi gibidir. Organları olmadan bir kişi nasıl yaşarsa, kültürü olmayan bir toplum da öyle yaşar. Hatta yaşayamaz ölür gider. Ölmemek için direnip suni kalp, suni böbrekle hayat devam ettirilse bile hiç bir zaman doğal organlarla yaşanıldığı gibi olmaz. Ve kaybolan kültürün üstüne uydurulan kimi kültürlerle yaşamaya çalışan toplumlar da aynen böyledir. Ancak, insan hem bedenini hem de yaşadığı kültürü hor kullanmaktadır. Hatta neredeyse yok saymaktadır. Taa ki, alarm sinyalleri çalıncaya kadar. Üstelik alarmlara bile kulaklarını tıkayıp ölüm derecesinde yataklara düşünceye kadar umursamamaktadır. Ne zaman ki, ölümle burun buruna gelir, işte o zaman düşünmeye başlar. Hayatta kalmak için çırpınmaya başlar. Fakat, artık yapacak bir şey kalmamıştır. Aslında her durumda yapılacak bir şey vardır. Yeter ki, insan istesin. Var olmak da yok olmak da insanın isteğiyle bağlantılı. Doğanın içindeki kendini onarma yeteneği insanda da var. Fakat, bunun için iyileşmeyi istemesi gerekiyor. Bedenini sevmesi, sahip çıkması gerekiyor. Sanırım bütün her şey için bu gerekiyor. Yani sevmek, benimsemek, sahip çıkmak. Kültürünü sevmeyen, benimsemeyen biri nasıl sahip çıkabilir? Nasıl koruyabilir ve nasıl kaybolmasına engel olabilir? Kendini, bedenini sevmeyen birinden kültürünü sevmesi beklenebilir mi? Evet, beklenebilir. Çünkü, ‘‘sevmek’’ bilinçle, zekayla bağlantılı bir kavramdır. Bugüne kadar farkına varmadık diye bundan sonra da uyumaya devam etmemiz gerekmiyor. Her an uyanabilir ve sevmeye başlayabiliriz, diyorum, Yasemin'ce...
Yazarın Tüm Yazıları