Yasemin'ce

Kazdağlarına giderkenBütün gün ve bütün gece çalıştım. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yollara düştüm yine. TEM’in Tekirdağ'a ayrılan noktasında yeşil bir hayale kapıldı gönlüm gene. Baharın tüm belirtisi gözlerimin önünde. Belki bu yol çok dar, kötü, hatta tehlikeli. Ama olsun. Göz alabildiğine yeşil ve çiçeklerle bezeli. Hele o gelincikler... Yeşilin üzerine düşmüş kırmızısıyla yarattığı doğal tezat insanı baştan çıkartıyor ve kendine baktırıyor. Ertuğrul hemen bize bir reçete öneriyor. Belli ki, o da çok etkilenmiş. Zaten kim görse, bu verimli toprakları etkilenir. Etkilenmeyenin insan olduğundan şüphe ederim. Olsa olsa, insan suretinde bir makinadır, derim. Hem de teknolojinin ne derece gelişmiş olduğunu hiç düşünmeden. Bu arada bizim Ertuğrul Balıkçıoğlu, Hürriyet'in fotoğraf yönetmeni ve verdiği gelincik şurubu reçetesini can kulağı ile dinliyoruz. İlgilenenlere (Şimdi tam zamanı olduğu için) tarifini hemen aktarıyorum;Topladığınız gelincikleri temiz bir kavanoza dolduruyorsunuz. Üzerine bir-iki kaşık şeker ve üzerine bir ya da iki bardak alkol veya konyak döküyorsunuz. Kavonozun ağzını sıkıca kapatıyorsunuz. Sonra bir kaç ay balkonda dinlenmeye bırakıyorsunuz. Arada sırada kavanozu sallayıp karıştırırsanız iyi olur. Sonra buzdolabına koyuyorsunuz ve böylece serin bir içecek yapmış oluyorsunuz. Sizin damak zevkinizi bilemeyeceğim fakat, bence müthiş lezzetli bir içecek. Bir zamanlar ben içmiş, sonra da tamamen unutmuştum. Taa ki, Ertuğrul gelincikleri görüp de söyleyene kadar. İyi ki, hatırlattı. Şimdi ilk fırsatta tabii gelincikler bitmeden inşallah toplayabilirim ve bu şurubu yapabilirim. İyi de nereden toplayacağım? Artık İstanbul'da gelincik yok ki... Acaba bir kavanoz şurup yapabilmek için Tekirdağ'a mı gitsem. Gelinciklere nasıl da daldım. Ben asıl gitmekte olduğum Çanakkale'yi anlatacaktım. Çanakkale'den Edremit'e oradan da Kazdağı'na yaptığım yolculuğu anlatmak istemiştim. Edremit'ten Kalkım yoluna saptık. Biraz zor oldu. Çünkü, levha yoktu. Karşı istikamete konulan levhayı tabii ki göremezdik. Sonunda bulduk yolumuzu ve dağların kucağına atıldık. İşte, ağaçların arasında kaybolmuş gibi kıvrılarak uzanan bu dağ yollarını çok seviyorum. Kendimi, dünyayı, zamanı, sorunları, ne var, ne yok herşeyi unutuyorum. Hem öyle bir unutuyorum ki, gideceğimiz yere vardığımızdan haberim bile olmuyor. Erol'un sesiyle uyanıyorum. Burası bizim gideceğimiz otel değil mi? Koskocaman ‘‘İliada Hotel’’ yazılı levhayı bile görmüyorum. Ağaçların arasına saklanmış küçük ve keyifli otelin aşağıdaki yola hakim bahçesine yerleştirilen koltuğa kuruluyorum. Yorgunluk kahvesini içerken etrafıma mest olmuş bir halde bakınıyorum. Tanrım! O da ne? Kocaman bir kamyon. Üzeri tomruk yüklü. Önce şaşırmakla birlikte pek fazla aldırış etmiyorum. Doğrusu bunun üzerinde durmam gerek. Fakat, pek çok ihtimali düşünüp zihnimi tam temizleyeceğim bir sırada bir tane daha kamyon geçiyor. Sonra bir tane daha ve orada otururken sayıyorum. Tam altı tane tomruk yüklü kamyon geçti. Bunlar sadece benim gördüklerim. Kimbilir görmediğim daha kaç tane kamyon canım ağaçları yükleyip götürdü diye düşünmeye başladım. Ve bütün keyfim bir anda kaçtı. Olamaz, diyorum. Nasıl olur? Daha geçen gün Sayın Taranoğlu beni arayıp Altınoluk'ta kesilecek olan ağaçların kesiminin durdurulduğunu söylemişti. Sonra hatırlıyorum ki, burası Altınoluk değil. Ve buradan bahsetmemişti. ‘‘Ama, olsun’’ diyorum. Ve Sayın Taranoğlu'nun sözlerini hatırlıyorum. Şöyle demişti;Altınoluk'ta kesimi planlanan ağaçlar, gençleştirme çalışması için damgalandı. Fakat, halkın duyarlılığını gözönünde bulundururak buradaki çalışmayı tamamen durdurduk. Tek bir ağaç bile kesilmeyecek. Ayrıca, bu mevsim ağaç kesilmez. Sadece damgalanır. Damgalanan bu ağaçlar, eylül, ekim aylarında kesilir.''Evet, bana aynen böyle demişti. O zaman soruyorum; ‘‘Bu ağaçlar neden kesiliyor? Gençleştirme, seyreltme, ağaçların katledilmesinin adına ne derseniz deyin ve hangi kurala uygun olursa olsun. Değil mi ki, Kazdağı'nda tek bir ağaç bile kesilmeyecekti. Ve değil mi ki, bu mevsimde ağaçlar ne olursa olsun kesilmezdi, peki bu gördüklerime ne demeli?’’Üstelik aşağıda dere kenarına indiğimiz zaman yol boyunca yüklenmeye hazır tomruklarla karşılaştık. Ayrıca, kesim işlemi devam ediyordu ve kesilen ağaçlar da hiç sağlıksız değildi. İçim gitti. Dokunsalar ağlayacağım. Fakat, ağlamak yerine hemen Ertuğrul'a rica ettim. ‘‘Şunları belgeleyelim.’’ Ormanların içinde neler olup bittiğinden pek tabii ki Sayın Taranoğlu'nun haberi yok. Biz haberdar edelim. Yoksa, Kazdağı ormanlarıyla değil, konuşan kazların gezindiği boz tepeleriyle ünlü olacak, diyorum, Yasemin'ce...
Yazarın Tüm Yazıları