Yasemin'ce

Sis mi, Pislik miSaat akşam 8:30 civarı Füsun'la birlikte yola çıktık. Füsun, benim yeğenim. Kendisi Bodrum'da yaşıyor. Bu nedenle çok az görüşebiliyoruz. Ve, beni görmek uğruna taa İkitelli'ye gelip çalışmamın bitmesini sabırla bekledi. Üstelik benim yüklü programıma katlanmayı göze alarak. Hemen her zaman olduğu gibi o gün de bir toplantıya davetliydim ve onun böyle bir şeyden haberi yoktu. Fakat, en ufak bir sıkıntı belirtisi göstermeden ‘‘olur’’ dedi. Tanrım ne uyumlu, ne duyarlı kızdır, şu bizim Füsun. Tabii benim için öyle. Yoksa, onun bu sakin ve bir kedi kadar uysal görünüşünün altında bir kedinin isyankar ve baskı tanımaz ruhunu taşıdığını benden iyi yaşayanlar bilir. Tıpkı bir kedinin yumuşacık patilerinin bir anda kocaman sivri tırnaklı pençelerine dönüşmesi gibidir, bizim Füsun'un değişimi. Neye uğradığınızı şaşırmakla kalmaz, kendinizi bir anda parçalanırken bulabilirsiniz. Çünkü, bizim Füsun bir Aslan'dır. Aslan Burcunun tüm özellikleriyle donanmış bir Aslan hem de. Fakat, ona baktığınız zaman bir ‘‘sarman’’ sanabilirsiniz. Neyse, bugün bizim Füsun'un sarmanlığı üstünde. Mırıl mırıl, yumuşacık ve uyumlu. Tabii öylesine de sevimli. Her an tüylerini kabartıp tırnaklarını çıkartır düşüncesini kafamdan silmeden olabildiğince dikkatli davranıyorum. Çünkü, bizim gururlu Aslan'ımız, yükseleni Yengeç olduğu için son derece alıngandır. Ve ne zaman neye alınacağını anlayamazsınız.Neyse sözü uzatmadan çıktığımız yola geri dönelim. Hürriyet'in binasından çıkıp TEM yoluna girdikten az sonra havanın tuhaflaştığını farkettim. Fakat, çok da önemsemedim. Çünkü, burası İstanbul ve ne zaman ne olacağı bilinmez. Hele havası... Üstelik bu sırada Füsun'la muhabetti koyulaştırmıştık. Fakat, biraz sonra bütün dikkatimi çekecek kadar yoğunlaşmaya başladı. Düpedüz yangın yerinden geçerken görülen kesif dumanların üzerimize çöktüğünü gördük. Füsun bana dönüp, ‘‘Sis mi’’ diye sordu. Ben de bunun düpedüz ‘‘Pislik’’ olduğunu söyledim. ‘‘Pislik mi’’ diye şaşkınlıktan büyümüş gözlerle bana bakıp tekrarladı. Kayıtsız bir sesle ‘‘Evet, kirli hava’’ dedim. ‘‘Etrafa dikkatlice bak. Hiç herhangi bir yangın izine rastlıyor musun? Üstelik arabanın içindeki hava senin genzini yakmıyor mu? Ya kokusu... Hiç yangın kokusuna benziyor mu?’’ ‘‘Evet, haklısın’’ dedi. ‘‘Aman tanrım. Şu anda dışarda olmak istemezdim. İnsan bu havayı uzun süre soluyamaz. Ölür.’’ ‘‘Öleceğiz’’ dedim. ‘‘Fakat, yavaş yavaş. Alışa alışa.’’ Sözlerimden mi, yoksa ses tonumdan mı etkilenmişti, bilemiyorum fakat, irkilmiş bir halde ‘‘Bodrum böyle değil’’ deyiverdi. Konuyu değiştirmek istiyordu. O sırada kirli havanın yoğunluğu iyice artmış neredeyse gözgözü görmez hale gelmişti. Önümdeki arabalar dörtlüleri yakmış ve onların sönüp yanan kırmızı ışıkları hayal meyal bir görünüp bir kaybolmaya başlamıştı. Arabanın hızını kesmiş ve orta şeride geçmiştim. Aslında kimsenin hızlı gidebilecek hali yoktu. Ve bütün dikkatimi yola yöneltmek durumunda kalmıştım. Yoldaki lambaların ışıkları adamakıllı sönükleşmiş ve yoğunlaşan zerreciklerin arasından görünen pırıltılar zayıf hüzmelere dönüşmüştü. Kirli hava düpedüz önümüzde ağır hareketlerle dansediyordu. Duygularımın bu dansa eşlik ettiğini hissettim. Düşüncelerimi değiştirmeye çabaladıkça daha beter batıyordum. Algılayışım tamamen değişiyordu. Ve gittiğimiz yol her zamanki bildik yol olmaktan çıkıp düpedüz bir zamanlar ilgiyle izlediğim ‘‘Acakaranlık kuşağı’’ adlı diziye benziyordu. Sanki biz ‘‘Alacakaranlık kuşağına girmiştik’’ ve İstanbul'un karanlık astralına ani bir geçiş yapmıştık. Hem bildik bir mekandı burası hem de ürküntü veren yabancı bir yerdi. Hiç bilmediğimiz acayip, dehşet duyguları uyandıran bir yerde ilerliyorduk. Karanlık, zeki, ürkünç ve hiç tanımadığımız bir canlı gibi bulutumsu duman üstümüze üstümüze geliyordu. Kıvrılarak bükülerek esrarengiz bir dans eşliğinde bizi sarıp sarmalıyordu. Füsun ‘‘İğrenç’’ dedi. Başımla onayladım. ‘‘Evet, bu sis değil, düpedüz pislik ve biz bu pisliği yaratıp kendimizi mahkum ediyoruz. Ve hiç şikayet etmeden, değiştirmeye çalışmadan, kaderimize rıza gösterip yaşıyoruz’’ dedim, Yasemin'ce...
Yazarın Tüm Yazıları