Ovidius’un ‘Değişimler’de anlattığı bir efsaneye göre, tanrı Dionysos’un alayında yaşlı, sarhoş bir satyr (Dionysos’un alayında yer alan doğayı simgeleyen cinler) olan Silenos, birgün Frig koruluklarında dolaşırken sızar kalır ve Bakkhalarla (Dionysos kutlamalarına katılan kadın alayı) Satyr’ler onu uyuduğu yerde terk edip giderler.
Kral Midas köylülerce bulunup kendisine getirilen Silenos’u on gün on gece sarayında ağırlar, yedirir içirir. Buna çok sevinen Dionysos, Midas’a dilediğini vereceğini söyleyince, Midas, tuttuğu her şeyin altın olmasını diler.
Çok tehlikeli olmasına rağmen Dionysos, söz verdiği için kralın bu isteğini ister istemez yerine getirir. Bundan sonra Midas’ın dokunduğu her şey gerçekten de altın olur. Çiçek dalları, çakıl taşları pırıl pırıl altına dönüşür, buğday başaklarından altın taneler dökülür.
Midas’n keyfine diyecek yoktur ta ki karnını doyurmak için sofraya oturana dek. Kral ekmeği ağzına götürüp, şarabı dudağına değdirir değdirmez ikisi de altın külçesine dönüşür ve olaylar bu şekilde sürer gider ve Midas en sonunda dayanamayıp dileğinin bozulması için tanrıya yakarır...
Kulak efsanesi
Biliyorsunuz Midas’ı asıl ünlü kılan efsane kulaklarıyla ilgilidir. Apollon ve Pan bir gün Timolos (Bozdağ) dağında lir (Apollon) ve kavalla (Pan) yarışırlar. Yargıç olarak dağ tanrısı Timonos seçilmiştir. Timonos ödülü Apollon’a verse de, yarışmaya tanık olan Midas, kavalın sesini daha çok beğendiğini söyler ve Apollon da bunun üzerine Midas’tan öç almak için kulaklarını eşek kulaklarına çevirir.
Efsaneler böyle der ama Midas’ın tarihi kaynaklardaki kimliği biraz daha belirsizdir. Gerçi M.Ö. 717 ila 709 yıllarına ait çivi yazılarında, Asurlulara karşı yazılan ve söylentinin tarihi bir örneği olarak kabul edilen bir mitten söz edilir ama kralla ilgili tarihler yine de kuşkuludur.
Şimdi ise Midas’a ait olduğu sanılan bir
yemek masası onarıldı. Masa, ardıç, şimşir ve ceviz ağıcından kakma işiyle üretilmiş ilginç kıvrımları olan bir sanat eseri. Az çok art nouveau tarzını andıran buluntu yaklaşık olarak 2700 yıllık.
Ahşap masa
Kırık parçaları Nazif Uygur’un başkanlığındaki Türk ekibinin yardımıyla birleştirerek restore eden Pennsylvania Üniversitesi’nden Elisabeth Simpson, Akşam gazetesinde çalışmanın zorlu bir yap boz oyununu hatırlattığını söyledi.
Üç ayaklı masanın buluntu yeri Friglerin Küçük Asya’da M.Ö.8.yy’da kısa bir süreliğine büyük bir devlet yönettikleri bir bölgede yer alır. Başkent Gordion (Yassıhöyük, Sakarya kenarında, Polatlı yakınlarında) kale tapınağında bulunan savaş arabasıyla ünlenmiştir. Büyük İskender savaş arabasındaki ‘efsanevi Gordion düğümünü’ bir kılıç darbesiyle çözünce sefer yolu açılmıştı.
Amerikalı ekip henüz 1950 yılında, yamaçlarında renkli saraylar ve silolar bulunan bir vadiye girmişti. Hemen yakınında ise bir tümülüs vardı. Araştırmacılar çocuk mezarlarıyla birlikte neredeyse 1,90m boyundaki bir kadının iskeletini çıkardılar buradan.
Bugün Yassıhöyük olarak adlandırılan 250m çapındaki tepenin yüksekliği bir zamanlar 80m yüksekliğindeydi. ‘Neredeyse iki milyon metreküp toprak kazdık diye anlatıyor araştırmacı Anja Eckert. (Keops piramidinin hacmi 2,6 milyon metreküptür).
Midas’a mı ait?
Efsanevi Frig halkının böylesine dev bir tepeyi ne şekilde oluşturduğu hala sır olmakla birlikte mezar odası da oldukça gizemlidir. Yapı sedir, fıstık çamı ve akçaağaçtan üretilen payandalarla desteklenmiştir. Bilim adamları yapıyı bir kenarından açtıklarında çok sayıda buluntu düşmüştü önlerine. Buluntular arasında 170 kadar tunç kap, kase, takı, kemer, giysi ve aralarında iki sandalye ve dokuz tane de masa bulunan bir dolu kırık dökük mobilya parçası yer alıyordu.
Ahşap mobilyaları birleştirme çabası ilk başlarda hep boşa gitti diyor Simpson. Araştırmacı onarımı tamamlanan masının, büyüleyici ve çok farklı bir tasarıma sahip olduğunu söylüyor.
Bu kakma işçiliği yanında 60-65 yaşlarında ve 1,59m boylarında olduğu tahmin edilen bir erkeğin iskeleti de bulunmuştu. Uzmanlar tıpkı cinayet veya yangın kurbanlarında yapıldığı gibi kafatasının kalıbı üzerine tabaka tabaka kas ve deri döşediler ve sonuçta kırışık yüzlü, dolgun dudaklı bir erkek yüzü çıktı ortaya.
Şarap tanrısı
Peki bu yüz gerçekten de Midas’a mı ait? Heidelberg Bilimler Akademisi, C14 laboratuarı yöneticisi Bernd Kromer, bu konuda biraz kuşkulu. Uzman, dev mezar odasındaki payandaların M.Ö.744 ve 733 yılları arasında üretilmiş olduğunu kanıtladı. Demek ki tümülüs, efsanevi kralın selefine ait olmalı.
Fakat bu durum mezarın büyüsünü bozmuyor. Yunanlılar, M.Ö.1100 yıllarında Balkanlardan, Anadolu’ya göçen Friglerle uzaktan akraba olduklarına inanıyorlar. Yazıları Yunanca’ya yakındı, ayrıcı Frigler, batıyla yoğun bir ilişki içindeydiler. Midas’ın Helenli bir karısı vardı ve tahtını Delphi kahinine bağışlamıştı.
Ne var ki doğulu yeğenler bazen ‘şeytanlaşabiliyorlardı’. Frigler senede bir gün ‘Ana tanrıça’ kültüyle, tüm tabuların yıkıldığı bir cümbüş düzenliyorlardı. Bu kutlamalar Yunanlılar tarafından da benimsenince ana tanrıçaya Kybele adı verilmişti.
Fakat Frigyalı bereket tanrısı Sabazios da bir süre sonra Hellas’ta kabul gördüğü gibi, doğunun içlerinden gelen şarap ve eğlence düşkünü tanrı da eski Yunan’da Dionysos adını almıştır.
Midas’ın ülkesindeki başlıklar bile şehvet uyandırıyordu. Mesela Frig astrologlarının giydikleri başlıklar, boğanın tabaklanmış erbezinden yapılıyordu ve başa geçirildiğinde uçları önce doğru düşüyordu.
Lüks düşkünü
Friglerin keyif ve lüks düşkünü olduğu Yassıhöyük’ten çıkarılan diğer buluntularla da kanıtlamakta. Mezarda 13 çömlek, 2 kepçe ve 155 tane de kase bulunmuştur. Araştırmacıların tahminlerine göre yas tutanlar meşale ışığında ölü ziyafetleri düzenliyorlardı.
Mezar kapları üzerinde yapılan tayf analizleriyle daha ayrıntılı bilgiler de ortaya çıktı. Konuklar bala bulanmış keçi eti yiyordu. Bunun yanına ayrıca kızarmış koyun eti, mercimek ve rezene sunuluyordu. Kaplardaki tartarik asit tozu ve balmumu, bira, şarap ve baldan yapılan alkollü içkiyle hazırlanan bir kokteyl (alkol oranı %10) içtiklerini kanıtlamakta.
Tüm bunlar açıklanabilirken mezardaki kralın kimliği hala belirsizdir. Mezar odasında ne bir yazıt ne de kökenini açıklayan bir kalıntı var.
Diğer ilginç bir nokta da şu: Mezar odası son derece ince işçiliğe sahip ahşap, tunç, seramik, değerli taşlar ve giysilerle doldurulmuş olmasına rağmen bir tek altın buluntu bile ortaya çıkmamıştır.