Türkler bir daha bu kapıdan geçmesin

1699’da Karlofça Anlaşması’nın imzalandığı çadırın bulunduğu tepeye 1800’lerin başında bir kilise yapılıyor. O çadırın yapısına, görünüşüne uygun bir kilise.

Ama asıl ilginç olan kilisenin dört kapısı var. Tıpkı çadırdaki dört yöne bakan dört ayrı kapı gibi. Dört kapıdan üçü açık. Osmanlı’nın çadıra girdiği doğu kapısı duvarla örülü. Kilisenin yapıldığı tarihten bu yana, iki yüz yıldır duvarla örülü. Türkler artık bir daha bu kapıdan geçip Avrupa’ya ayak basmasın diye...

Dört yöne açılan dört ayrı kapı. Doğu, batı, kuzey, güney kapıları. O kapılardan biri, doğu kapısı bir daha açılmamak üzere kapatılıyor. Duvarla, sıkı sıkıya örülüyor.

Karlofça (Sremski Karlovci) Sırbistan’da şirin bir kasaba. Tarihi çok eski. Roma İmparatoru Marcus Aurelius ki, aynı zamanda Stoa felsefe okulunun kurucusu, Tuna Nehri kıyısındaki bu verimli bölgeye üzüm bağları diktiriyor. Günümüzde Orta Avrupa’da Karlofça şarapları çok itibarlı.

Geçen hafta Karlofça’dayım. Dokuz bin nüfuslu kasabanın orta yerinde dört yöne bakan dört ayrı musluklu çeşme: İnanışa göre, hangi musluktan su içerseniz, Karlofça’nın o yönünde bir eviniz olacak.

Dokuz bin nüfuslu ama, bir zamanlar Sırp Ortodoks Kilisesi’nin merkezi. Şimdi tertemiz, sakin bir kasaba.

Karlofça’nın Türkler için önemi çok başka. Karlofça’yı biz bir anlaşmadan dolayı biliyoruz. 1699 yılındaki Karlofça Anlaşması Osmanlı İmparatorluğu’nun dört yüz yıllık hegemonya sonrasında toprak kaybettiği ilk anlaşma.

Tahtta padişah II. Mustafa var. 1697’de Osmanlı Devleti, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile yine savaşa tutuşuyor. Ancak, Zenta’da yenilgiye uğruyor. Aynı anda Venedik, Mora ve Dalmaçya’ya, Lehistan ise Boğdan’a saldırıyor. Bizim tarihimize "Deli" diye geçen, Batılı tarihçilerin "Büyük" diye niteledikleri Petro Rusya’da. Karadeniz’in kuzeyindeki Azak Kalesi’ni ele geçiriyor. Her tarafta yenilen Osmanlı anlaşmaya oturmaya zorlanıyor. Zaten başka çare yok.

DÜŞÜŞÜN SİMGESİ

Karlofça’nın dış mahallelerinden birinde bir tepe var. Yeşillikler içinde, Tuna Nehri’ne bakıyor. Nefis bir manzara. O gün için de öyle, bugün de. Ne var ki, 1699’da o tepede yaşanan manzara yürek acısı. Bugün de, öyle.

O tepeye 1698 Eylül’ünde bir çadır yerleştiriliyor. Çadırın dört yöne bakan dört girişi var. Her bir kapıdan bir ülke giriyor. Birinden Venedik, diğerinden Avusturya ve Lehistan, ötekinden Rusya, doğu kapısından da Osmanlı Sadrazamı Amcazade Hüseyin Paşa ile Reisulkuttap (bugünkü dışişleri bakanı) Rami Mehmet Efendi giriyor. Osmanlı’yı temsilen.

Herkes çadıra aynı anda giriyor. Osmanlı’nın düşüş simgesi. Bir zamanlar egemenliği altındaki bu ülkelerle "şartlar artık eşit" mantığıyla, aynı anda girmek, ötekilerin üstünlüğü.

Dört-beş ay süren görüşmelerden sonra, 26 Ocak 1699’da imzalanan Karlofça Anlaşması ile Macaristan ve Erdel Beyliği (Transilvanya) Macarlar’a, Ukrayna ve Podolya Lehistan’a, Mora ve Dalmaçya Venedikliler’e bırakılıyor. Çok ağır bir anlaşma. Gerileme dönemi.

BİR MİLYON EURO NEREDE

Anlaşmanın imzalandığı çadırın bulunduğu tepeye 1800’lerin başında bir kilise yapılıyor. O çadırın yapısına, görünüşüne uygun bir kilise.

Geçen hafta o kilisenin önündeyim. Kilise şu anda onarılıyor. Onarımın başında bulunan Sırp yetkilinin verdiği bilgiye göre, Türkiye onarım için bir milyon Euro veriyor. Yine aynı yetkili, "Siz parayı verdiniz, ama parayı bizimkiler henüz bize vermedi" diyerek, kendi ülkesinden, alışık olduğumuz bir kesit aktarıyor.

Ama, asıl kilisenin dört kapısı, çadır gibi, dört yöne bakan dört ayrı kapı.

Dört kapıdan üçü açık. Osmanlı’nın çadıra girdiği doğu kapısı duvarla örülü. Kilisenin yapıldığı tarihten bu yana, iki yüz yıldır duvarla örülü. Bugün yine öyle. Onarım yine öyle.

Türkler artık bir daha bu kapılardan geçip Avrupa’ya ayak basmasın diye.
Yazarın Tüm Yazıları