Türk modelinde ordunun rolü

DÜN bu sütunda Fransa'da yayınlanan yeni bir kitaptan ve yazarıyla yaptığım söyleşiyi aktarmıştım.

İslam dünyasında, radikalizme karşı iki akımın ortaya çıktığını, birin Batılılaşma, diğerinin ise müslümanlığın modernleştirilmesi çabası olduğunu anlatan ‘‘Rifaa'nın çocukları-Müslüman ve modernler’’ adlı kitabın yazarı Guy Sorman, Türkiye'nin Arap ve İslam dünyası için model olamayacağını söylemiş, ‘‘Türkiye, Avrupa Birliği'ne katılarak Avrupa'yı bir model haline getirir’’ demişti.

Irak savaşı ile açılan bu dönemde kültürler arası çatışma riski, Türkiye'yi Avrupa hedefini daha ciddiye almaya zorluyor. Çünkü bu, Batı güvenliği açısından da çok önemli. Sorman kitabında, Avrupa'yı eleştiriyor. ‘‘Yunanistan, İspanya ve Portekiz Avrupa Birliği'ne katıldıktan sonra zenginleştiler ve ilerlediler. Biz Türkiye'ye önce zenginleş, önce demokratlaş öyle gel diyoruz’’ sözleriyle eleştiriyor, Türkiye'nin Avrupa ile yakınlaştıkça ordu meselesi gibi sorunlarını da çözeceğini yazıyor.

Kitabındaki bu noktaya ilişkin bir soru yöneltiyorum kendisine.

* * *

‘‘TÜRK ordusu, sizin de belirttiğiniz gibi radikal İslama karşı Batı'da da bir güvence olarak görülüyor. Ama, AB üyesi olmak ve demokratik değerleri paylaşabilmek için siyasetin ordunun gölgesinden kurtulması gerekiyor. Ne diyorsunuz?’’

‘‘Türk ordusunun rolüyle ilgili benim görüşüm dışarıdan, tarafsız ve mesafeli’’
diyor Sorman, ‘‘Eğer ben de Türk olsaydım. Büyük olasılıkla, insan hakları militanı olur ve şüphe yok ki ordunun toplumdaki rolüne karşı mücadele ederdim. Ama benim bu konudaki yaklaşımım pozitif. Ordu, Türk toplumunun kurumlarında ve kültüründe modernleştirici bir rol oynadı.’’ Ve hemen bir soru soruyor. ‘‘Eğer Türkiye bugün, bu orduya sahip olmasaydı ne olabileceğini hayal ediyor musunuz?’’

Yanıtı da kendisi veriyor: ‘‘Türkiye ya Sovyetleşirdi ya da İslamlaşırdı. Ordu olmasaydı Türkiye konfederal, demokrat ve zengin bir İsviçre olur muydu, şüphem var.

Ayrıca ben ordu sayesinde, kendilerini sistemden dışlanmış hisseden müslümanları sivil topluma entegre eden -AKP ile birlikte- yeni bir siyasi deneyimin Türkiye'de başarıya ulaşacağını düşünüyorum.’’

Bu tahlili yaptıktan sonra Sorman, özeleştiri ile beslenen bir demokrasi zihniyetinin Türkiye'yi Avrupa hedefine gerçek anlamda yakınlaştıracak önemli bir soru atıyor ortaya.

‘‘Bence bugün ordu ile ilgili esas sorun şu. Ordu içinde, gelecekte kendi rolünü kısıtlamasına izin verecek bir özeleştiri akımı başlayabilecek mi? Toplumdan geri çekilmeyi kendisi organize edebilecek mi? Yoksa kendi gerekliliğini büyütmeye devam mı edecek?’’

Bu sorunun yanıtını tartımak bize düşüyor.

Ama, Irak savaşı Türkiye için Avrupa hedefini çok daha önemli kılıyor. Çünkü savaş sonrasının bölgeye ne getireceği belli değil.

* * *

IRAK savaşı, Washington'un ileri sürdüğü gibi tüm Ortadoğu'nun özgürleşme ve modernleşmesi için bir ‘‘fırsat’’ mı olacak yoksa silah geri mi tepecek?

‘‘Bu çatışma, Arap dünyası için iki farklı geleceğe aynı anda kapı açıyor’’ diyor Sorman, ‘‘Araplar, despotizmin geleceğinin olmadığı ve batı değerlerini benimsemek gerektiği sonucuna da varabilirler. Ama başka bir şey de olabilir. Batı'yı yeni kolonicilikle suçlayıp, daha fazla sırt çevirebilirler. Bu durum Arapları bölecektir. Batı karşıtları, modernleşmeyi savunanları ABD ve Batı'dan daha tehlikeli ilan edecektir. Amerikan müdahalesi ile özgürlüğün Arapların da hakkı olduğunu ve İslam'da aydınlanma geleneğinin bulunduğunu savunanlar güçlenebilir, bunlara ben Rifaa'nın çocukları diyorum. Ama İslam aydınlanması Amerikan silahlarına dayanarak gerçekleştirilebilir mi? Amerikalıların ileri sürdükleri Japonya ve Almanya örnekleri geleceği görebilmemizi sağlamıyor. Durumu, Amerikan işgalinin süresi ve niteliği, Irak'ta güven kazanabilecek bir yerel güç yaratıp yaratamayacağı belirleyecek. Bu, modernleşme eğilimi -Rifaa'nın zaferi- ya da onun mutlak reddi -Bin Ladin'in zaferi- ile sonuçlanacak bir hız yarışı olacak.
Yazarın Tüm Yazıları