Prof. Dr. Cengiz Yalçın / cengizyalcin1934@gmail.com
Oluşturulma Tarihi: Mart 05, 2013 14:41
Günümüzde kimi ilahiyatçılar yaradılış sözcüğü üzerinden din ve bilim arasında fay hattı oluşturmak için özel bir gayret göstermektedirler.
Bu gayreti gösterenler için doğru yol, inancın varlık alanı ile dinin varlık alanın farklı olduğunu kavrayabilmektir. İnanç ahlakın, bilim doğa yasalarının kaynağını araştırır. Din ahlakın gerçeklerini bilim evrenin gerçeklerini açıklar. Kültür bu iki eksenin tanımladığı düzlemde şekillenir. Tek tanrılı dinler, geçmişten günümüze kutsal yaratıcının veya tanrının yaratılandan, yani evrenden bağımsız, evrenin dışında olduğunu kabul ederler. Yaradılışı kutsal güce bağlarlar. Maddesel evrenin bu kutsaldan kaynaklandığına inanırlar. Ünlü Hıristiyan teoriysen Auqustine itiraflar (confession)adlı eserinde ‘tanrının dünya’yı ve cenneti kendinden değil yoktan var ettiğini, gördüklerimizin tanrının eseri olduğunu’ yazar. Bu bir inançtır tartışma gereği yoktur.
Bir nesne yaratılmış ise mutlaka bir başlangıcı ve sonu vardır, başlangıç olmadan yaradılış olmaz. Aynı mantığa göre evrenin de başlangıcının ve sonunun olması gerekir. Buna karşıt tez olarak, Aristo gibi kadim yunan filozofları, evrenin sonsuz zaman ve sonsuz mekân içinde her zaman var olduğunu ileri sürmüşlerdir. Newton yasalarına göre cisimler birbirlerini kütleleri, yani maddesel miktarları ile doğru aralarındaki uzaklığın karesi ile ters orantılı olarak çeker. Yer çekimi veya ay çekimi, ağırlığımız ve gel git olaylarının nedenidir. Kütle-çekim kuvvetin etkisi ile kütlesi küçük olan büyük olanın üstüne, serbest bırakılan bir taş parçasının düşmesi gibi, düşer. Kütlesi küçük gök cisimlerinin de büyük kütleli gökcisimlerin üzerine düşüyor olması gerekir. Buna göre evrenin sonunun, yani kıyametin, tüm gökcisimlerinin kütle merkezi üzerine çökmesi ile geleceği beklenir. Dini terminolojiye göre de kıyamet böyle kopar. Ancak durum hiç de öyle beklendiği gibi gelişmez. Evrenin kütle merkezi gibi özel bir noktası yoktur. Yani gök cisimleri birbirleri üzerine çökmezler. Neresi kütle merkezi bilemezler. Buna göre Newton kanunları kıyametin nedeni olamaz, başka bir neden aramak gerekir. Peki, kıyamet hangi koşullar altında kopar. Bilim ve din, yaradılış anında kozmolojik saatin ilk tik tak sesini duyar ve böyle bir anın varlığına inanır, bu inanç büyük patlama kuramı ile bilimsel bir temel de kazanmıştır.
Bilim ilk tik tak sesinin, gözlem ve doğa yasaları dayanarak, günümüzden yaklaşık 13,7 milyar sene önce duyulduğundan emindir. Zamanın başlangıcı işte o andır. İlahiyatçılar bilimin tanımladığı başlangıç anının yaradılış anı olduğunu benimsemişlerdir. Bir nesnenin başlangıcı varsa, sonsuzluk söz konusu olmadığına göre, bir de sonu olacaktır. Sonun nasıl meydana geleceği bu makalenin konusu olacaktır. Evrenin genişlediğinin gözlenmesi hiç bir şüpheye yer vermeden evrenin bir başlangıcının olduğunu kanıtlar. Başlangıç veya yaradılış, kozmolojinin ve Einstein denklemlerin matematiksel olarak varlığını zorunlu kıldığı olaydır. Din adamları yaradılış sözcüğünün soyut anlamını, bu keşiflerden sonra, büyük patlama ile benzerlik kurarak fenomonolojik bir içerik kazandırmaya çalışmışlardır. Bu çok yerinde bir yorumdur. Çok sayıda ilahiyatçı kutsal kitaplarda yazılanlar ile bilimsel buluşları zoraki de olsa uzlaştırmaya çalışırlar. Buna hiç gerek yoktur, kutsalın bilim tarafından doğrulanmasına ihtiyacı yoktur. Kutsal adı üstünde kursaldır, bir inançtır, burada mantığa gerek yoktur.
Evrenin bir parçası olan yıldızlar sonsuza kadar göz kırpamazlar. Yakıtlarını tükettiklerinde evren sahnesinden çekilirler, aynı yıldız aynı sahnede tekrar rol almaz, o yıldız için kıyamet kopmuştur. Bu tersinmez bir olaydır. Yıldızların yaşamlarını sona erdirmesi sonsuz evren kuramının gerçeği temsil etmediğini kanıtlar. Bir fiziksel sistem belli bir hızda sürekli tersinmez olaylar yaşıyorsa, bu değişimleri sonsuz bir zaman önce tamamlaması beklenir. Dolayısıyla yıldızların yaşamlarının sona ermesi gibi tersinmez olayları bu gün görmememiz gerekir ve öyle oluyor, gerçekten tersinmez değişimler teleskoplara görüntü veriyorlar. Yıldızlar doğuyorlar sonra yok olup gidiyorlar. Bir saati kurmadan sonsuza kadar çalıştıramazsınız. Evrende kurulmadığı takdirde sonsuza kadar çalışacak bir sistem olamaz.
Fizik kanunları ile geçmiş ve geleceği ayırt edebilme yani zamana bir yön belirleyebilme evrenin veya zamanın bir başlangıcını tanımlama bakımından önem taşır. Termodinamik kanunları soğuk cisimden sıcak cisme ısı akışını yasaklar. Bir sistemi soğutmak için dışarıdan enerji verilmesinin nedeni budur. Buzdolabından soğuksu alabilmeniz için mutlaka elektrik enerjisi tüketmek zorundasınız. Ancak sıcak cisimden soğuk cisme ısı akışı kendiliğinden olur. Termodinamiğin bu kanununu her gün yaşayarak doğruluyoruz. İki cisim arasında termal denge oluşana yani iki cisim aynı sıcaklığa gelene kadar ısı akışı sürer. Bu tersinmez bir olaydır. Yani sıcak cisim verdiği ısıyı geri alamaz, yıldızın yeniden doğmaması gibi. Tersinmez olaylar bir fincan kahveye bir küçük kaşık süt koyup karıştırdıktan sonra sütü tekrar geri alamamanıza benzer. Eğer evren ısısal denge durumuna gelirse, enerji alış verişi durur, kıyamet işte o zaman kopar. Bu ilke zamanın yönünü belirler. Ocaktan alınan çorbanın soğuması için zamanın geçmesi gerekir. Çok basit bir akıl yürütme ile zamanın yönü belirlenmiş olur. Kozmolojik saat son tik takını da ısıl dengeye ulaştığında yapacaktır.
Bilim, büyük patlamanın nedeni dışında, evrimsel kozmolojinin tüm aşamalarına güvenilir açıklamalar getirmiştir. Maddeyi oluşturan en küçük yapı taşlarından galaksilerin oluşumuna, yani bu gün içinde yaşadığımız evrenin meydana gelişine kadar, her şey nasıl evrimselleşti bilinmektedir. Kimi ilahiyatçılar, evrenin büyük patlama ile bu gün gördüğümüz şekli meydana geldiğini iddia ederler. Daha da ileri giderek evrenin 6000 sene önce yaratıldığını söylerler. Kozmolojik evrimselleşmeyi, Darwin kuramının biyolojik evrimselleşmesini çağrışım yapar diye kabul etmezler. Biyolojik evrimselleşme de kozmolojik evrimselleşme de bir doğa dinamiğidir. Her türlü evrimselleşmeye karşı çıkmak akıl dışı bir davranış kodudur. Evren ve canlılığın oluşması, bir kapıdan içeri girildiğinde karşılaştığın manzara gibi, kendiliğinde oluveren bir şey değildir. İlahiyatçılar iddialarını doğmalara değil bilimsel verilere dayandırdıklarında inandırıcı olurlar. Müspet bilim eğitimi almış ilahiyatçıların mantığı klasik ilahiyatçılardan farklı çalışmaktadır.
Evren modelin teorik dayanağı genel görelilik kuramıdır. Bu kurama göre madde ve uzay birbirini tamamlayan iki var oluştur, maddenin olmadığı bir ortamda uzay olamaz. Maddenin yokluğu uzayın yokluğunu doğurur. Kuramın madde ve uzay arasındaki ilişkiyi belirlemesi zaman ve evrenin başlangıcına bilimsel bir tanım getirir. Evrenin oluşumunu belgeleyen kozmik filmi geri sardığımızda, yani zamanı ters çevirdiğimizde, birbirlerinden inanılmaz hızlar ile uzaklaşan tüm gök cisimlerinin aynı hızlar ile birbirlerine yaklaşır. Tüm evren, filmin sonunda hacmi sıfıra yakın bölgeye sıkışır. İnanılmaz büyüklükte bir yoğunluk meydana gelir.(1094 gm/cm 3 ) Bir başka anlatım ile filmin sonuna doğru evren patlama anına limit olarak yaklaşır. Bu durum gerçekten kavram sınırlarımız içindeki limite benzemez. Kütle-çekim kuvveti, evren böylesine yoğun bir durumda iken maddenin sıkışmasından kaynaklanan dışa yönelik kuvvet ile denge duruma gelir. Eğer aksi olsaydı kütle-çekim kuvveti olayın belirleyicisi olurdu. Acaba bu en uç durumda kuvvetleri dengeleyen ne olabilir? Bu soruyu yanıtlamak, tanrının büyük patlama anında nasıl bir denge kurduğunu anlamak demektir. Büyük bir olasılıkla, çok yüksek yoğunluktaki kütle nedeni ile oluşan sürtünme benzeri bir kuvvetidir. Bu durumun ayrıntıları bir bilinmeyendir ve bir bilinmeyen olarak kalacaktır, bana göre. Böylesine küçük boyutların Kuantum fiziği geçerli olur, klasik fizik burada nefes dahi alamaz, bilim her iki fiziğinde de nefes aldığı yeni bir kuramın peşindedir. Maddesel tekillik, yani eşi benzeri olmayan bir noktaya yani uzay-zaman noktasına dönüşür. Uzay-zaman kavramları dayandırılan fizik kanunları bu noktada geçerliliklerini yitirirler. Tanrı işte bu noktada işin içine girer. Önemli olan bu boyutta tanrı ne diyor onu anlamaktır. Bilim insanları bunun peşindedir.
Bilimin evrene böyle bir başlangıç elbisesi giydirmesi gerçekten olağanüstü entelektüel bir başarıdır. Sonlu bir zaman önce evren, bir uzay-zaman noktasından ibarettir. Burada ilginç olan başlangıç anından itibaren ortaya sadece maddesel evrenin değil uzay-zamanın da çıkmış olmasıdır. Bilimin evrene kurguladığı başlangıç modeline karşı çıkanlar, büyük patlama nerede meydana gelmiştir gibi bir soru ortaya atarlar. Esasında başlangıç anının tanımı çok açıktır. Bu an evren sadece bir uzay-zaman noktası, yani büyük patlamanın gerçekleştiği noktadır; geri kalan hiçliktir. Yani bu eşi benzeri bulunmayan noktanın dışında patlamanın adresleneceği bir başka uzay-zaman noktası yoktur. Uzay-zaman ve maddesel evren büyük patlama ile ortaya çıkar. Şimdi akla başka bir soru gelir büyük patlamadan önce ne vardı? Yanıt çok basittir. Büyük patlamanın öncesi yoktur. Zaman büyük patlama ile başlar. Başlangıcın öncesi sorgulanamaz.