Güncelleme Tarihi:
Rusya yaklaşık 300 yıl önce Doğu Avrupa’nın en önemli devleti ve Avrupa güçler dengesinin önemli bir unsuru, 19’uncu yüzyıl sonunda ise Baltık Denizi’nden Pasifik’e, Kuzey Buz Denizi’nden Himalaya Dağları’na kadar uzanan konumuyla dünyanın coğrafi anlamda en geniş imparatorluğu haline geldi.
Dünya tarihi bu kadar büyük bir alanın tek bir güç tarafından kontrol edildiğine Rusya’dan önce sadece iki defa şahit oldu; Moğol İmparatorluğu ve Britanya İmparatorluğu. Ancak bunlar Rus İmparatorluğu’ndan birçok bakımdan farklıydı.
İngiliz İmparatorluğu Amerika, Avustralya gibi bakir kıtalar ve Hindistan gibi din ve dil bakımından son derece karmaşık, tamamı denizaşırı toprakları kontrol ediyordu. Ama bu uzak ülkeleri kontrol etmek masraflıydı ve bu iş Hindistan’da olduğu gibi kardan çok zarar getirmeye başladığında koloniler terk edilebiliyordu. Bu politika İngiltere’ye topraklarını kaybettirse de onları fakirleştirmedi.
Moğol İmparatorluğu da benzer şekilde çok uzaklardaki krallara ve milletlere boyun eğdirmekle yetinip, başka fetihlere geçti. Bağlı krallardan beklenen sadece itaat ve vergilerini ödemeleriydi. Doğal olarak, Orta Avrupa’dan Çin’e ve Hindistan’a kadar uzanan bu imparatorluğu da yönetmek kolay değildi. Moğollar uçsuz bucaksız topraklardan gelen vergileri ise kalıcı bir yatırıma dönüştürmedi. Zaten bu amaca yönelik bir yaşam felsefeleri de yoktu. Göçebe çadırları ve sürüleri ile özgürce dolaşma alışkanlığından vazgeçmediler. Göçebe olduklarından ve hatta bir yazıları dahi olmadığından zamanla yerleştikleri ülke halklarıyla kaynaşarak birkaç yüzyılda ortadan kayboldular.
Sovyetler Birliği dönemi
Rusların yayılması farklı şekilde gelişti. Onlar için güvenlik öncelikti. Fethettikleri ülkelerdeki askeri varlıklarını oralardan ve ötesinden gelebilecek tehditleri önleyecek şekilde yapılandırdılar. Özellikle Orta Asya buna iyi bir örnek0. Afganistan dışında hiçbir toprak parçası için kar-zarar hesabı yapmadılar.
Diğer bir örnek olan Rusya’nın Sibirya’yı kolonileştirmesi Britanya’nın Kanada’yı kolonileştirmesine çok benzer. Ama Rusya ilk fırsatta Trans-Sibirya demiryolu ile Pasifik’e kadar olan toprakları Rusya’ya bağlarken İngiltere, Kanada’yı elde tutmanın karlı olmadığını gördüğünde oradan çekildi.
Ancak 20’nci yüzyıla gelindiğinde, Britanya İmparatorluğu’ndan sonra dünyanın en geniş topraklarını kontrol eden Rusya, sanayide ve ortalama gelir düzeyinde ondan ve hatta diğer Batılı sömürgeci güçler olan Fransa ve Almanya’dan çok gerideydi. Rusya çok büyük bir imparatorluktu ama Rus halkı hala fakirdi. Bu durum, askeri başarıları ekonomik kalkınmaya dönüştürmekte başarısız kalınmasından kaynaklandı ve aynı zamanda Sovyet devriminin başarıya ulaşmasındaki en önemli nedenlerden birisi oldu.
1917’deki rejim değişikliği Rusya’yı bir süreliğine küresel güçler dengesindeki yerinden uzaklaştırmış gibi görünse de yeni Sovyet yönetimi gerektiğinde acımasız yöntemlere de başvurarak öncelikle rejimi pekiştirdi. Ancak başarılarını halkın refahına dönüştürmeden rejimin uzun süre kalıcı olamayacağını görerek sanayileşme ve altyapı yatırımlarına hız verdi.
Bu çabalar 20 yılda epey olumlu sonuçlar verdiyse de tüm dünya gibi Ruslar da beklenmedik bir şekilde kendilerini Almanya tehdidi karşısında buldular. Uzun ve kanlı bir savaş sonunda Batılı güçlerin de desteğiyle Almanya yenildiyse de Rusya epey hırpalandı. Yaklaşık 25 milyon insan hayatını kaybederken, Kiev, St. Petersburg gibi büyük şehirler harabeye döndü.
Sovyetler bu savaştan birçok dersler çıkardı ancak en önemlisi, sanayide ve özellikle teknolojide hala Batı'nın çok gerisinde olduklarıydı. Her ne kadar savaşta imal ettikleri tanklar, üstün Alman tanklarına, uçaklar üstün Alman uçaklarına karşı başarıya ulaştıysa da bu başarı teknolojiden çok sayısal üstünlüğe dayalıydı. Urallar ve ötesine taşınan üretim tesislerine Alman bombardıman uçakları ulaşamıyordu ve oralarda binlerce uçak ve on binlerce tank üretildi. Almanların teknolojik üstünlükleri Rusların sayısal üstünlüğü karşısında yetersiz kaldı.
Savaştan sonra Ruslar Almanya’da ele geçirebildikleri her türlü sanayi elemanını (gemi ve uçak planları, üretim tesisleri, hatta mühendisler ve bilim insanları) ülkelerine götürerek savaş sonrasındaki büyük sanayi atılımını başlattılar. Rejim muhalifleri ile birlikte yüzbinlerce Alman savaş esiri yıkılan şehirleri yeniden inşa ederken, bilim, teknoloji ve sanayide büyük ilerlemeler kaydedildi. Nükleer teknoloji ve uzay yarışında ABD ile rekabet edebilecek tek ülke hatta “süper güç” konumuna geldi.
Küresel rekabette Rusya'nın konumu
Peki nasıl oldu da bu süper gücün bugün dünya çapında bir markası yok?
Aslında bir tane var, ama bu bir tüketim malı değil bir silah markası; Kalaşnikof. Bugüne kadar dünyada en çok üretilen ve satılan bu silah, sanayi ve teknolojiden çok askeri ihtiyaçlardan ortaya çıkan bir dünya markasıdır. Silahın yaratıcısı Onbaşı Mihail Kalaşnikof, kendisinden önce kimsenin düşünemediği bir şeyi düşünerek uyguladı ve bir fark yarattı. Sovyetlerin devrim ihracı stratejisinin yarattığı pazar sayesinde onun yarattığı tüfeğin dünya çapında bilinirliği yayılarak marka haline geldi.
İkinci Dünya Savaşı’nın arkasından Batılı sömürgeci güçlerin kolonileri yangın yerine dönmüştü. Nerede bir bağımsızlık savaşı varsa orada Rusya’nın desteği vardı. Bu desteğin en önemli unsuru ise Kalaşnikof tüfekleri oldu. Taşınması ve bakımı kolay, ucuz, basit ve dayanıklı olan bu tüfek Rus halkının ihtiyaçlarına göre yapılmıştı ama dış pazarın ihtiyaçları Rus halkının ihtiyaçları ile örtüşmüştü.
Sovyetler, özellikle 20’nci yüzyılın ikinci yarısında bilim ve teknolojide müthiş bir ilerleme kaydetmiş olmakla birlikte ikinci bir dünya markası yaratamadı. Bunun birçok nedeni vardır.
Birincisi, Ruslar sahip oldukları geniş coğrafya sayesinde kendi kendilerine yeten nadir ülkeler arasında yer alıyor. Başta petrol, doğal gaz ve kömür olmak üzere ihtiyaç duydukları her türlü doğal kaynağa fazlasıyla sahipler ve fazlasını bugün de ihraç ediyorlar. Örneğin Türkiye gibi sanayi ürünü ihraç etmek zorunda değiller. Ürettikleri sanayi ürünlerine kendi pazarları yani o zamanlar 250 milyona yaklaşan nüfusu ile Sovyetler Birliği yetiyordu. Kaliteleri dünyadaki benzerlerinden düşük de olsa gümrük duvarları ile korunarak hayatta kaldılar.
Üstelik bu ürünler o kadar da kalitesiz değildi. Hatta sağlamlık ve dayanıklılıkta benzerlerinden üstünlerdi. Mesela Türkiye’de 50 yıl önce üretime başlanan Murat 124 marka otomobile çok benzeyen Ciguli marka bir otomobil, kendi sınıfındaki benzerlerinin sunduğu tüm temel ihtiyaçlara cevap verir. Bir CD çaları veya navigasyonu olmayabilir veya yakıt tüketimi petrol fakiri Japonya’da üretilen araçlara göre yüksek olabilir ama petrol zengini Rusya için bu o kadar da önemli değildir. Yani Japon halkının ihtiyaçları dış pazar ihtiyaçları ile örtüştüğü için çok sayıda Japon otomotiv markası veya aynı nedenlerden ötürü Kalaşnikof bir dünya markası olurken Ciguli olamadı.
İkinci olarak, Rusları bilim ve teknolojide tepe noktalara ulaştıran bilgi birikimi Sovyet sisteminin ideolojisi gereği kapitalist prensiplerden uzak tutulurken, bu durum ferdi mülkiyet, sermaye birikimi ve serbest rekabet kavramlarını yok edip, buna bağlı olarak verimliliği giderek azalttı. Kapalı bir rejimde, gümrük duvarları sayesinde bu durum pek önemli değildi. Sovyet vatandaşı kendisine ne sunuluyorsa onunla yetiniyordu ve aşırı tüketim hastalığına yakalanmamış olduğundan pek mutsuz da değildi.
Zaten dış dünyada olup bitenlerden pek haberdar da değildiler. Haberdar oldukları ise yönetimin propagandası ile kötü, gereksiz ve Batı'nın tüketim çılgınlığı olarak kötülendi. Bu durum o dereceye varmıştı ki naylon çorap bile bu kapsamda hor görülür oldu. Yine de Rus kadınları bir şekilde naylon çorabı dışarıdan gizli yollardan getirterek giyebiliyorlardı.
Rejim çöküp de dış dünyanın malları ile rekabet başladığında Rusların önem vermediği birçok şey birdenbire önemli hale geldi. Fakat 70 yıllık bir kapalı rejimden çıktıktan sonra Rusların bu yeni durumla nasıl baş edebilecekleri konusunda en ufak bir fikirleri yoktu. Ferdi mülkiyet, serbest rekabet, sermaye gibi kapitalist kavramları yaşamış olan dedeler ve anneanneler bile artık yaşamıyorlardı ki en azından torunlarına anlatsınlar.
Ruslar dünya pazarından o kadar habersizdi ki tarım, maden, silah gibi mallarını sattıkları yabancı tüccarlar kendi ülkelerinde bunları 5-10 katına satarak zengin oldu.
Ruslar hala fakirdi ve giderek daha da fakirleşiyordu. Ama kapitalizmi çabuk kavrayan, Oligark olarak adlandırılan bir düzine yeni girişimci ise devlete ait devasa şirketleri bir şekilde ele geçirerek, sadece ekonomi değil siyasete de yön verecek konumlara geldi.
Bu durum bir yandan devlete sahip çıkma misyonunu içgüdüsel olarak sürdürmek isteyen bürokratik mekanizmayı rahatsız ederken, yeni yetme Oligarkların şımarıklıkları da giderek fakirleşen Rus orta sınıfını rahatsız etti. 90’lı yılların sonunda iktidara geçen Vladimir Putin derhal bu oligarklara karşı acımasız bir mücadeleye girerek onları bir nevi “hizaya getirdi.” Yirmi yıldır iktidarda olan ve batı tarafından “totaliter” olmakla eleştirilen Putin, Rus orta sınıfının duygularına hitap ettiğinden oldukça geniş bir halk desteğine sahip.
Üçüncü olarak, 70 yıllık komünizm yönetimi Rus halkı ve girişimcilerinin sanayi ve teknolojide rekabet yeteneğini kısırlaştırmış olduğundan, rekabet için gereken reflekslerin oluşması zaman alıyor. Özellikle Rus iş adamları arasında bilinen bir sözde de belirtildiği gibi, “Ruslar bisiklet yapmayı biliyorlar, ama o bisikleti ürettiklerinde rakiplerin yaptığı bisikletler piyasayı çoktan istila etmiş oluyor.”
Rusya kapitalizme uyum sağlıyor
Tüm bu olumsuz duruma rağmen son 30 yılda Rusya’da dünyada olup bitenleri gören ve sadece seyretmekle yetinmeyerek gereken dersleri de çıkaran ve rekabetin önemini anlayan yeni bir jenerasyon yetişti. Özellikle Moskova, St. Petersburg gibi büyük şehirlerde yaşayanlar, henüz Batı kadar olmasa da giderek tüketim ekonomisine kendilerini kaptırdılar. Eski "kanaatkar" yaşam tarzının yerini tüketim ekonomisi alıyor.
Üstelik ne kadar fakir olursa olsun, Rus toplumu okuma yazma sorunu olamayan bir toplum ve yüksek bir okuma alışkanlığına sahip. Bu nedenle değişen yeni duruma uyum sağlamaları çok da uzun sürmeyecektir.
Rusya, örneğin yazılım sektöründe ise dış dünya ile sıkı bir rekabet tapabilecek duruma geldi. Dünyanın en etkili bilgisayar korsanları (hacker) arasında Ruslardan sık sık söz edilmesi bir tesadüf değil. Bu iş pek etik olmasa da belirli bir teknolojik beceri ve birikim olmadan yapılamaz. Dünyada Google gibi tekel konumundaki bir arama motoruna ilk ciddi rakibin yine Rusya’dan çıkması (Yandex) ise artık Rusların da en büyüklerle rekabete cesaret edebileceğini ve ülkedeki kapitalist reflekslerin gelişmeye başladığına işaret ediyor.
Rusların enerji, silah endüstrisi, bankacılık, nükleer enerji, uzay endüstrisi gibi alanlarda dünya çapında şirketleri vardır ama bunlara kapitalist anlamda marka demek zor. Ama yeni jenerasyon, kazanmakta olduğu reflekslerle diğer alanlarda da markalar yaratacak gibi görünüyor. Üstelik Rusya’da değişen yaşamın getirdiği batı benzeri alışkanlıklar iç ve dış pazar ihtiyaçlarının örtüşmesi ihtimalini de giderek artırıyor.