Güncelleme Tarihi:
Kullanıcıların diledikleri kategoride video yayınlar izlemesi için tasarlanmış YouTube, Twitch, TikTok ve Instagram gibi birçok dijital eğlence platformu var. Hepsi de kullanıcılara çok zengin içerik kaynağı sunmakla övünüyor. Aslında övündükleri bu konu aynı zamanda en büyük dertlerinin de temel sebebi. Elbette kullanıcılara “Bizim platformumuzda vakit geçir, burada aradığın her şey var.” demek, rekabette belirleyici ve olmazsa olmaz mesajlardan biri. Ancak çok sayıda alternatifin olduğu bir platformda, kullanıcılar için seçim paradoksu da devreye giriyor ve bu da üstesinden gelinmesi gereken ciddi bir sorun.
Konuyu daha iyi anlamanıza yardımcı olmak için size bir soru sorarak devam edeceğim. Daha önce, ‘herhangi bir şey’ izlemek için YouTube'u açıp dakikalarca, hatta saatlerce karar veremediğiniz, seçim yapamadığınız oldu mu? İşte seçim paradoksuna düşmek tam olarak böyle bir şey. Vaktimizi en iyi şekilde değerlendirmek için en çok keyif alacağımız içeriği arama eğilimindeyiz ve bunu yaparken çoğu zaman seçenekler arasında kaybolup gidiyoruz.
Nedir bu seçim paradoksu?
Televizyon hayatımıza girdiğinde tek bir kanal vardı. Gezmeye gidilecek birkaç alışveriş merkezi, kıyafet satın alacak birkaç dükkan, yemek yenebilecek birkaç restoran… Eskiden seçenekler az olduğu için, herkes kendisine sunulanla yetinir ve mutlu olmayı da bilirdi. Günümüz dünyasında durum çok farklı. Her şeyin alternatifi var, sayısız seçenek önümüze serilmiş durumda. Biz de bu seçeneklerin arasında kaybolup gidiyoruz. “O kadar çok seçenek var ki, hangisini tercih edeceğime bir türlü karar veremiyorum.” düşüncesi bizi eylemsizliğe götürüyor. Böylece seçim hakkına sahip olmak, aslında bizi özgürleştirmekten çok, felç yaratan bir durum haline geliyor ve mutsuz ediyor. Bu gibi durumlarda, seçim yapamama durumu ortaya çıkıyor. William James’in de dediği gibi “Bir seçim yapmanız gerektiğinde, seçmemek de bir seçimdir.”
Peki “doğru karar” diye bir şey var mı?
Seçenek sayısının az olduğu senaryolarda, bütün seçenekleri dikkate alıp değerlendirme yapmak ve birbiri ile kıyaslayarak en avantajlı gördüğümüz seçeneği belirlemek nispeten kolaydır. Seçenek sayısı çok fazla olduğunda, tüm seçenekleri değerlendirmek ve birebir kıyaslama yapmak mümkün olmaz. Birden fazla sayıda seçenek avantajlıdır, daha iyi alternatifler vardır / olabilir ve bu durumda bir seçim yaptığımızda, diğer tarafta “neyi kaçırdığımızı” asla bilemeyiz. En sık satın alınan ürünlerde, en çok tercih edilen pazarlama yöntemleri de bu noktada kullanılır. Henüz kararımızı kesinleştirmeden bile o kararımızdan pişman olur, seçimimizi sorgular ve elde ettiğimizden avantajdan çok kaçırdıklarımıza odaklanırız.
Karar verme sürecinde belirleyici olan iki tip davranış
Psikolog doktor Barry Schwartz, ‘Bolluk Paradoksu’ isimli kitabında seçim ve mutluluk arasındaki bağlantıya dair değerli görüşler sunuyor. Schwartz, daha az seçeneğin, daha kolay karar aldırdığına ve daha varlıklı hissettirdiğine dikkat çekiyor. En iyi seçimi yapmak için seçenekler üzerinde haddinden fazla zaman harcamayı da yapılan en büyük yanlış olarak görüyor. Kitapta, karar alma sürecinde iki tip davranış sergilendiği anlatılıyor: Birinci grup “en iyisini isteyenler” (maximizers), ikinci grup ise “yeteri kadarını, minimum gereksinimlerini karşılamakla yetinenler” (satisficers). En iyisini isteyenler, nam-ı diğer mükemmeliyetçiler, artıları ve eksileriyle bütün opsiyonları değerlendirip, ona göre en iyi kararı vermek isterler. Seçenek sayısı çok fazla olduğunda, zihinsel olarak harcanan enerji de bir o kadar fazla olur. Bu durumda, kişi hem psikolojik olarak ciddi yorulmuş hem de inanılmaz bir zaman kaybetmiş olur. Diğer taraftan yetinenler, ihtiyaçları karşılandığı noktada kendi standartlarına göre kararını verir ve işin içinden çıkarlar. Yetinenlerin, diğer gruptan en büyük farkı ise, bu kişilerin “acaba daha iyisi olabilir miydi?” diye düşünerek kararı verdikten sonra da zihinsel enerjilerini harcamıyor olmaları.
En iyi seçimi yapmanın püf noktaları
Eğer siz kendinizi “en iyisini isteyenler” grubu içerisinde gördüyseniz; vakit kaybetmemek, yaptığınız seçimlere güvenmek ve suçluluk duymamak için yapabilecekleriniz var. Birinci önceliğiniz, zamanı ve enerjinizi en etkili biçimde kullanabilmek için seçenekleri sınırlı tutmak olmalı. Standartlarını çok yüksek tutmamak, daha doğrusu beklentilerinizi çok yüksek tutmamak sonradan hayal kırıklığı yaşama riskini düşüreceğinden burada dikkat edilmesi gereken bir konu. Önemli gördüğünüz makul sayıda seçeneğe odaklanıp diğerlerini tamamen gözden çıkarmanız gerekiyor. Seçenekleri elemek, seçenek fazlalığının yarattığı kaygı ve stresi azaltacağından, işiniz kolaylaşacaktır. Sonrasında sınırlandırılmış seçenekler arasından objektif değerlendirmenizi yaparak “mevcut durumdaki en iyi seçeneği” belirleyebilirsiniz. Son olarak kararınıza sadık kalmanız ve “diğer seçenekleri” aklınızdan çıkartmanız gerekiyor. Doktor Schwartz da bu yöntemin en iyi yöntem olduğunu söylüyor.
Netflix, seçim paradoksuyla mücadelede öncü oldu
Netflix’in bu kapsamda bazı araştırmaları mevcut. Araştırma sonuçlarına göre kullanıcılar, 60 veya 90 saniye içinde ilgisini çeken bir içerik bulamazsa başka platformlara yöneliyor. Bu sebeple şirketin nokta atışlar yapan, kullanıcı davranışlarını öğrenen bir algoritma geliştirmek için çok ciddi paralar harcadığını da biliyoruz. Platformun günümüzdeki açılış ekranı da bildiğiniz gibi kullanıcıya özel önerilere odaklanmış durumda. (İçeriğin kapak görseline kadar.) Öte yandan, Nielsen’in de geçtiğimiz yıl yaptığı bir araştırma da söz konusu araştırmayı destekleyen veriler sunuyor. Mesela bu araştırmada, bu gibi yayın hizmetleri veren dijital platformlarda ve sosyal medya mecralarında, sıradan bir kullanıcının izleyecek bir şey bulmak için en az 7 dakika harcadığı bilgisi var. (Seçim paradoksunu alt etmek üzere geliştirilen sistemlere ve düzenlemelere rağmen.)
TikTok algoritması seçim paradoksunu alt etmede rakipsiz
TikTok’a gelince; onlar bu sorunu iki basit yoldan (tasarlaması olağanüstü zor olsa da) çözüyor. Basit dediğime bakmayın, görünüşe göre başka hiçbir uygulamanın rekabet edemeyeceği bir kişiselleştirme algoritması kullanıyor TikTok. Tüm videolar tek bir beslemeden akışa sunuluyor. TikTok, uygulamayı açtıktan sonra herhangi bir yere gitmenizi gerektirmeden, sadece ekranı yukarı kaydırarak sonsuz içeriğe ulaşmanızı sağlıyor. Çok hızlı bir şekilde, neyle ilgilendiğinizi anlıyor ve bu tür videolardan daha fazlasını izlemek dışında herhangi bir etkileşim gerektirmeden ilgilenebileceğiniz tüm içerikleri önünüze çıkarıyor. Bu da seçim paradoksunu tamamen ortadan kaldırıyor. Kullanıcıların izleyecek bir şey aramasına veya daha sonra ne izleyeceği konusunda endişelenmesine gerek kalmıyor. Her şey sonsuza kadar ilgi konuları ve beğeniler doğrultusunda akıp gidebilecek bir dünyayı kurmak üzerine tasarlanmış. Kullanımı hiçbir çaba veya bilgi gerektirmeyen, bireysel ilgi alanlarına bağlı olarak sürekli gelişen, hiper hedefli videoları tek bir sayfada gösteren bir algoritma…Nereden baksak kusursuz! (Bunu TikTok mecrasına sempati duymayan biri olarak söylüyorum. Ne demişler, yiğidi öldür hakkını yeme.)
Instagram da Reels ile deniyor ama…
Öncelikle, fazlasıyla katıldığım bir sözü alıntılayarak başlamak istiyorum. Amazon ve Hulu'da eski bir ürün sorumlusu olan Eugene Wei, geçtiğimiz günlerde Instagram hakkında şöyle bir yorum yaptı: "Instagram biraz kafa karıştırıcı olmaya başladı. Kendi kümesine yayılmış içeriklerin, biçimlerin ve işlevlerin bir Frankenstein'ı olma yolunda ilerliyor…" Bunu okuduğumda derin bir nefes aldım ve bir oh çektim; nihayet benimle aynı fikirde olan bir uzmana denk gelmiştim. Gerçekten de anlamakta güçlük çekiyorum; bir platform kendini geliştirmek uğruna kontrolü kaybetmeyi nasıl göze alabilir? Bence Instagram’ın yaptığı tam olarak böyle bir şey. Önce Hikayeleri uygulamanın temel deneyim merkezine yerleştirdiler ve başarılı da oldular ama yakın zamanda karşımıza Reels çıkageldi. TikTok’un seçim paradoksunu ortadan kaldıran sistemini test edecekleri yeni bir emcra olarak. Evet, Instagram Reels da eğlenceli bir içerik oluşturma alanı olabilir, ancak uygulamayı açtıktan sonra ortaya çıkmadıktan sonra, sadece feed'imde ve hikayelerimde gezinmek yerine direkt onu Reels’ı arar mıyım? Hiç sanmıyorum… Zaten ilk gözlemlerim de bu yönde; Reels paylaşımlarının büyük çoğunluğunda hala TikTok logosu görüyoruz. Bir markanın, kendi yayın alanlarında, en büyük rakiplerinden birinin reklamının yapılmasına boyun eğmesi ne acı… Bakalım bu Frankestein’ın sonu ne olacak, gerçekten çok merak ediyorum.