Kriz ekonomisinden çektiklerimiz

Güncelleme Tarihi:

Kriz ekonomisinden çektiklerimiz
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 20, 2013 10:42

Doğa olaylarını betimleyen fizik kanunlarının matematiksel yapısı ile ekonomi dinamikleri belirleyen kanunların matematiksel yapısı arasında şaşılacak bir benzerlik vardır. Her hangi bir ürünün fiyatını belirleyen arz ve talep dengesi ile iki kuvvetin etkisi altında kalan bir sistemin dengesini belirleyen matematik, tıpa tıp aynıdır: basit bir eşitlikten ibarettir.

Haberin Devamı

Sistemin durağan koşullarını belirleyen parametrelerden herhangi birinin bir nedenle bozulması, sadece arz-talep dengesinin bozulması ile sınırlı kalmaz, ana gövdeyi oluşturan tüm elemanları denge altında tutan şartların bozulmasına neden olur. Fizikte de durum aynıdır, bir binayı taşıyan ana sütunlardan biri yükü taşıyamaz hale gelirse bina ayakta kalamaz.

Son kırk sene içinde yaşadığımız olaylar, serbest piyasa ekonomisin krizlere karşı ne kadar sigortasız bir sistem olduğunu kanıtlamıştır. Nasıl yer kürenin matematiksel bir modeli yapılamadığı için depremler önceden bilinemiyorsa, liberal ekonominin de matematiksel bir modeli yapılamadığı için krizler önceden bilinemiyor ve bir takım ekonomi falcıları kâhinler ortaya çıkıyor. Sonuç olarak liberal sistem toplumu, kendisinin neden olmadığı, fakat bedelini ödemek zorunda kaldığı bir çaresizliğe mahkûm ediliyor. 2002 de başlayan 2008 de tepe yapan kriz 2013 de hala etkilerini sürdürüyor. Dünya ekonomik sistemi keskin bıçak üstünde durmaktadır. Günümüzde böyle bir süreç yaşamaktadır. Sistem kaderimizi, paranın diktatörü Amerika merkez bankası başkanının ağzına bağlıyor ve buna da demokrasi deniyor.

Dünya ekonomisinin Süpermen'i ABD nüfusunun %1’i, yani bu ülkenin elit takımı veya kendilerine ayrıcalıklı bir konum tanımlanmış takım, Amerika’da üretilen mal ve hizmet değerlerin %25’ine sahip, geri kalan %99’u mütevazı bir gelir ile geçinmek zorunda, buna adil bir dağılım denebilir mi? Bu bir dengesizliğin sorumlusu kim?. Wall Street’i dolduran kalabalıklar sistemdeki düzensizliği seslendirmişlerdir. Baş kaldıran gençliğinin çıkarttığı gürültü bu haksızlığa karşıdır. Gezi olaylarında bile dolaylı olarak servet dağılımdaki adaletsizlik rol oynamış olabilir.

Daha da beteri Amerika nüfusunun yüzde birini oluşturan bu ayrıcalıklı gurup ülkenin ürettiği taşınır ve taşınamaz değerlerin %40’na da sahiptir, yani onlar Amerika'nın sahibidir. 25 sene önce %1’lik elit gurup, üretilen ekonomik değerin %12’sine sahip iken yirmi beş sene içinde oran iki katına çıkmıştır. Bu olgu sistem dinamiklerinin gözden geçirilmesi zorunluluğunu işaret eder. Servetin dağılımındaki adaletsizlik sadece ABD’ ile sınırlı da değildir. Ülkemizdeki oranlarda bundan çok daha kötüdür. İstanbul'un kenar semtlerinde yaşayan insanların hayat standartları ile şehrin ayrıcalıklı mahallerinde yaşayanların standartları arasında bir uçurum vardır. Ülkemizde uygulanmakta olan ekonomik sistem mutlu bir azınlık, fakir bir çoğunluk yaratmıştır.

Başta ABD ve diğer liberal ekonominin baş tacı edildiği ülkelerdeki huzursuzluğun nedeni, yeterli sistem bilgisine sahip olmayan kimi ekonomistlerin, sermayenin belli ellerde birikmesinin üretimi artıracağı, üretim artışının da vatandaşa gelir olarak yansıyacağı şeklindeki masal ile siyaset adamlarını yönlendirmeleridir. Israrla uygulanan bu model zengini daha zengin fakiri daha fakir yaparak toplumun sosyal dengesini bozmuştur. Dünyanın sayılı şirketlerinin üst düzey yöneticileri hem yönettikleri şirketlere zarar yazdırmış hem de toplumun alım gücünü azaltarak ekonomik durgunluğa neden olmuşlardır. Ülkemizde bu olaylara şahit olmuşuzdur.

Anlı şanlı ekonomi profesörleri banka genel müdürleri piyasalardaki durgunluğa karşı, simit alın çiklet alın ekonomi canlansın gibi, reklamlarda rol almışlardır. Ne derin bir ekonomik bilgi şaşarım. Bu ekonomistlerin hiç birisi durgunluğun nedenini, paranın ekonomik hayatı canlandıracak yatırımlara yönelmeyip belli ellerde toplanmasına bağlamamıştır.

Çünkü ekonomi bilgilerini, şayet varsa, sermayenin emrine vermişlerdir. Zenginlerde biriken para üretmeden para ile para kazanmayı tercih etmiş parası olanlar daha da zenginleşmiştir. Para bir ölçü birimi, üretim ekonomik bir değerdir. Büyük şirketlerin yüksek seviye yöneticileri, makyajlı bilançolar ile şirketlerinin zararlarını, türev bence sanal, menkul değerler ile kar olarak göstermiş ve kendilerine yüksek miktarlarda performans primleri ayarlamışlardır. Wall Street, CEO’larına nefretin kaynağı milyar dolar seviyelerindeki haksız kazançlarıdır. Bunlar bir iki kişi ile de sınırlı değildir. Bu ve benzeri uygulamalar serbest piyasa ekonomisinin tedavi görmesi gereken hastalıklarıdır. Bu günde değişen bir şey yoktur.

Buna karşın yenilikçi teknolojiler ile toplumun yaşam kalitesini yükselmesine katkı yapan bilim insanları, eğitimciler ve teknokratlar bir CEO ile karşılaştırılmayacak düzeyde düşük gelire sahibidirler, özellikle yurdumuzda. Bu olgu toplumda fırsat eşitliğini bozmuştur. İçinde yaşadığımız yüz yılın gereksinimlerine göre değil, siyasi tercihlere göre bir eğitim verilmektedir. Dua etmek namaz kılmak dini vecibeleri yerine getirmek bir insana manevi bir kalite kazandırır, ama akıllı tahta yapma veya sinyal istihbaratı yapma becerisi kazandırmaz.

Ülkemizde ise fırsat eşitsizliği eleştirmek sol bir söylem olarak değerlendirilmekte ve yeterli toplum desteğini alamamaktadır. Ortalama eğitim süresinin 6,5 yıl olan ülkemizde parasız eğitim istiyoruz diyen gençlerin başına gelenler, trajikomik bir olaydır. Nüfusumuzun yaklaşık olarak %60 eğitim çağında olan gençlerden oluşmasına rağmen, toplum olaya tepkisiz kalmıştır. Bu gençler bir süre sonra, ortalama eğitimi süresi 14-15 sene olan başka ülkelerin gençleri ile nasıl rekabet edecektir? Serbest piyasa ekonomisinin dinamikleri rekabete dayanır.

Toplum gibi çok sayıda parametre içeren sistemlerde denge, sisteme bir bütün olarak bakıldığında sağlanır. (Kuantum fiziğinde olduğu gibi) Toplumu para ile özdeşleştiren liberal ekonominin dayattığı ‘piyasalar tüm ekonomik problemleri çözer devlet müdahalesi gerekmez’ miti artık iflas etmiştir. Gezegenin geleceği daha derinden bilimsel olmaya, sosyal dinamiklerde sürdürülebilirlik şartlarının sağlanmasına bağlıdır.

Termodinamiğin ikinci prensibinin yararlı enerji kavramını tanımlar. Tüm motorlar bu prensibe göre imal edilir. Marşa bastığımızda motor çalışır gaza bastığımızda arabamız hızlanır frene basınca yavaşlar. Bunun nedeni, termodinamiğin ikinci prensibinin motor endüstrisinde sürdürülebilirlik şartının matematiksel ifadesi olmasıdır. Önemli olan bu evrensel ilkeyi anlayarak sürdürülebilir kalkınmanın koşullarının yaratmaktadır. Gaza bastığında toplumun bütün fertlerine, değer üretimine katkıları ile orantılı bir yaşam standardı sağlayabilmektir. Liberal ekonominin bir yenilenme geçirmeden bu koşulları sağlaması ham bir hayaldir. Ekonomi kitapları baştan yazılacaktır. Yazanlar ise ekonomistler değil matematikçi ve fizikçiler olacaktır.

Hayatta en hakiki mürşit ilimdir fendir. Diğerleri sadece nutuk atmadır.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!