Güncelleme Tarihi:
Tür: Bilim Kurgu - Korku - Gerilim
IMDB Puanı: 8.2
Konu: Ölümcül bir virüs tüm dünyayı etkisi altına alır. Her milletten milyonlarca insan enfekte olur, sokağa çıkma yasakları ilan edilir. Büyük meydanlar, en işlek caddeler ve sokaklar boşalır, hayat durma noktasına gelir. Ölümcül virüsün aşısını bulabilmek için çalışan bilim insanları ise zamanla yarış halindedir.
Karşınıza böyle bir film tanıtımı çıksa ne düşünürdünüz? Muhtemelen hayal gücü zengin bir senaristin yazdığı, gişe rekortmeni filmleriyle ün yapmış bir yönetmenin çektiği Hollywood klişeleriyle dolu bir film olduğunu düşünürdünüz. Peki ya filmin tanıtımında “gerçek bir hikayeden esinlenilmiştir” notu görseniz? Belki o zaman işler değişirdi ve filmi daha fazla merak ederdiniz. Evet, şu an böyle bir film yok; ama biz ilerleyen yıllarda çekilmesine kesin gözüyle bakılan o filmin gerçek hikayesini yaşamak zorunda olan insanlarız.
Büyük bir dönüşüme tanıklık ediyoruz
COVID-19’a karşı önlem almaya ve her cephede savaşmaya devam ettiğimiz şu günlerde, toplumsal olarak da köklü bir değişimin eşiğinde olduğumuzu düşünüyorum. Malum, tarihte en fazla insan ölümüne sebep olan salgın hastalıklardan Justinianus Vebası’ndan sonra İslamiyet, Kara Veba’dan sonra Rönesans, İspanyol Gribi'nden sonra da yeni siyasi ideolojiler ve rejimler ortaya çıkmış, toplumsal anlamda birçok değişimin temeli atılmıştı.
COVID-19 salgını sonrası neler olacağını bugünden kestirmek zor, ama en azından son 10 gündür yaşadıklarımızın, deneyimlediklerimizin bize mecburi ve hızlandırılmış bir dijital dönüşüm yaşattığını söyleyebiliriz. Geçtiğimiz haftaki yazımda bu dönüşümün ilk örneklerinden, online ve uzaktan eğitimlerden, bu eğitimlerin nasıl uygulanacağından ve faydalanılabilecek dijital araçlardan bahsetmiştim. Bu hafta da evden çalışmaya başlayan özel sektör çalışanlarının nasıl bir iş modelini deneyimlediğinden bahsedeceğim.
Evden çalışma modeline geçiş
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var; çalışanlarını bir rakam olarak ya da dolar işareti olarak görmeyen, vizyon ve vicdan sahibi kurumsal şirketler, henüz ülkemiz sınırlarında COVID-19 vakası tespit edilmeden önce gerekli önlemleri zaten almaya başlamıştı. Altyapı çalışmaları ve İK destekli entegrasyon programları hazırlandıktan sonra da evden çalışma modeli haftanın belirli günleri test edilmişti. Bu şirketlerin ilk vaka ile birlikte aksiyon alması ve tamamen evden çalışma modeline geçmesi de çok zor olmadı. Ancak aynı hassasiyeti göstermeyen şirketler çalışmaya devam etti. Üstelik evden çalışma modeline en uygun şirketlerde, mesela dijital reklam ajanslarında bile durum böyleydi. Bu tarz şirketler resmi yasaklar peşi sıra açıklanana kadar, evden çıkmayın uyarıları yapılana kadar, o çok sevdikleri ofislerinden çalışmaya devam etti. Neyse ki, geç de olsa şu an birçok şirket çalışmalarına evden devam ettiğini biliyoruz.
Çalışanlar için hem olumlu hem olumsuz deneyimler söz konusu
Evden çalışma modelinde, online iletişim platformları ve dijital araçlar sayesinde iletişim, koordinasyon, iş takibi ve toplantılar rahatlıkla sürdürülebiliyor. Ofiste yapılan birçok şey, teknolojik imkanlar sayesinde artık evden de yapılabiliyor. Ancak çalışanlar, evden çalışma modeliyle ilgili iki farklı görüşe sahip. Bazıları bu modelde daha verimli çalıştığını belirtiyor, bazıları da fena halde mutsuz. Sebebi ise mesai saatlerinin dikkate alınmaması ve fazla esnek olması. Zaten sürekli evde ve online oldukları düşüncesiyle her dakika kendilerinden iş bekleyen ya da bunu sadece kontrol amaçlı yapan işverenlerinden ve müşterilerinden yorulmuş durumdalar. Mailler yağıyor, WhatsApp üzerinden iletişime geçiliyor, olmadı görüntülü aramalar yapılıyor. Peki gündem bu kadar kaotikken, işlerin sakinleşmesi gerekirken, şirketler neden evlerinden daha yoğun bir iş temposuna giriyor? Gelin bu konuyu benim de bizzat içinde bulunduğum dijital reklamcılık sektöründen örneklerle değerlendirelim.
Markaların dijital mecralarda “konuşmadan duramama” sorunu
Virüs salgını başladığında, reklam veren markalar bir süre sessizleşme kararı aldı. Çünkü bu süreçte yapılacak iletişim tehlikeliydi. Küçük bir hata ‘fırsatçı marka’ olarak yaftalanmalarına sebep olabilirdi. Özellikle de e-ticaret markalarının. Malum, maske ve kolonya fiyatlarının artışına hep birlikte tanık olduk. İşte bu sebeple, markalar temkinli ilerlemek istedi; ama bir yere kadar… Madem ürün, satış ve pazarlama odaklı iletişim yaptığımızda olumsuz bir algı yaratma ihtimalimiz var, biz de gündemle ilgili konuşup ‘duyarlı marka’ imajı çizeriz diyen markalar özellikle sosyal medyada bir anda atağa kalkıp COVID-19 hakkında duyurular ve bilgilendirici içerikler paylaşmaya başladı. Bu da hem iletişim ajansları tarafında hem de markalar tarafında çalışanları daha yoğun bir tempoda çalışmasını gerektirdi.
Twitter markaları uyardı
Peki bu işin doğrusu ne, ne olmalıydı? Bu konuda da en sivri ve dikkat çekici çıkışı yine Twitter’ın yaptığını söyleyebiliriz. Her 45 milisaniyede bir Koronavirüs ile ilgili tweet atıldığını açıklayan Twitter, kurumsal markalar ve şirketler için bir kılavuz yayınladı ve şunu önemle vurguladı: Tüketicileriniz ve personeliniz için faydalı bir şey söylemiyorsanız, lütfen bu süreçte susun! Evet evet, aynen böyle bir çağrıda bulundu Twitter. Faydalı iletişim örneği olarak da British Airways’in, yolcularını mağdur etmemek adına esnek ve değiştirilebilir bilet politikasına geçiş duyurusunu paylaştı. Peki ya ülkemizdeki markalar ne yaptı? Bu yazıyı bilgisayarından ya da mobil cihazından okuyan günümüzün dijital bireyleri olarak sizlerin de çok yakından takip ettiği gibi markalar duramadı! Sosyal medyada virüs salgınını bahane ederek konuşmaya, ‘bir şeylerin’ iletişimini yapmaya devam etti. Bütün medya, bütün yayın organları, sosyal medyadaki bütün tekil kullanıcılar konuyla ilgili iletişim yaparken, bilgilendirici içerik paylaşımı yapma konusunda seferber olmuşken, markaların yaptığı iletişimler ne oldu ne işe yaradı diyecek olursanız cevabı basit: Kuru gürültü!
Dijitalleşmek mi doğru dijitalleşmek mi?
Uzaktan eğitim ve uzaktan çalışma modellerinin bu zorlu süreçte hepimizi dijitalleştireceğini, hatta bunun uzun vadede köklü değişikliklere sebep olacağını öngörmek çok da zor değil. Ama şu an gördüğümüz tabloyu yorumlamak gerekirse, dijitalleşmek bu değil. Dijitalleşmek sosyal medyada kuru gürültü yapmak değil, fırsattan istifade evden çıkamayan vatandaşa online alışverişlerde 3 liralık ürünü 30 liraya satmak değil, sırf farklı bir deneyim yaşamak için zırt pırt video konferans planlamak değil, evden çalışanları taciz edip özel hayatlarına saygı göstermemek değil, “bakın biz ne kadar duyarlıyız” gösterisi yapmak değil, işleri aksatıp işverenin iyi niyetini suistimal etmek de değil.
Kendimiz için, sevdiklerimiz için, toplum için evde kaldığımız şu günlerde, sağlıklı dijitalleştiğimiz günleri de hep birlikte görmek dileğiyle…