Güncelleme Tarihi:
Bakarsanız tarihi yarımadaya, uygarlığın en eski iki kutsal yapısı, Ayasofya ve Süleymaniye'yi görürsünüz. Konstantinopolis ve İstanbul'un geçmişe saygı duyarsınız, eğer içinizde bir az insanlık varsa. Ayasofya imparator Justinyen, Süleymaniye Kanuni sultan Süleyman'dır. Hangi dinden hangi inançtan olursa olsun içeri girenin ruhunu bir huzur kaplar Süleymaniye'de, insan kendisini tanrıya daha yakın hisseder. İstanbul'un Kâbe'sidir burası, cuma namazı kılıp hutbe dinlemek bir ayrıcalıktır. Mimar Sinan'ın akustiğine hayran kalırsınız, kutsalın sesi okşar kulaklarınızı. Yine dindar görünme modasına uyan birileri ortaya çıktı, Ayasofya ibadete açılsın diyor. Dünyanın en güzel camileri İstanbul da ne gerek var buna. Bırakın bu ilkelliği, biraz gayret cahilliğinizi giderip İstanbul efendisi olun. İnsanlık, imparator Jüstinyen ile muhteşem Süleyman'a minnettardır, sizde biraz minnet duymaya çalışın. Gezi direnişinden ders alıp Ayasofya'ya dokunmayın diye bağırmazsanız, bu kente oturmaya layık değilsiniz.
Dünyanın hiç bir metropolünde İstanbul'da olduğu gibi, tek tanrılı dinlerin zamanları aşmış ibadethaneleri bir arada bulunmaz. Paris'te, Roma'da, Londra'da, Berlin'de böyle bir zenginlik yoktur. Bu sosyolojik değer, Osmanlının kimseyi öteleştirmeyen insancıl yüzüdür. Bu daracık sokaklarda Müslümanlar, Hıristiyanlar Yahudiler çağlar boyu iç içe yaşamışlardır. Taş duvarlara Venedikli tüccarların kokusu sinmiştir, tuğlalarda kiremitlerde hala Marsilya fabrikaların Legolarını görürüsünüz. Onların mirası Balat'ı koruyabildik mi, bir tarihi yok etti görgüsüz yeni zenginlik. Osmanlı antisemitist bir Hitler yetiştirmemiş, İstanbul'u düşman işgalinden kurtaran, 'Geldikleri gibi gidecekler' diyebilen kahraman Mustafa Kemal Atatürk'ü, yetiştirmiştir. Ayasofya ve Süleymaniye'nin sonsuza kadar sürecek dostluğunu tarih not etmiştir, altında Atatürk'ün imzası vardır.
Ya şimdi ne oldu o canım İstanbul'a, yerinde de yeller esiyor. İstanbul'da yaşamak için İstanbul'u anlamak lazım. Gidin bakın Avrupa'nın İstanbul gibi antik şehirlerine, adamlar kapı tokmaklarını bile korumuş, bizler köşkleri yalıları, sarayları ya yıktık ya da yaktık. Milletin anası ancak böyle bellenir. Uçaktan bakınız aziz İstanbul'a, her yer beton yığını, nerede boğaz içindeki korular sahildeki biblo gibi güzel yalılar, kayıkhanelerinde bile sevimsiz yapılar yükselmiş. Paris eski Paris'i, Londra eski Londra'yı, Roma eski Roma'yı korumuş, kollamış gözünün içi gibi bakmış, kadirşinaslık bilmeyen cehalet ise İstanbul'u para ile satmış. Camilerin zarif minareleri Allahın kelamını gökyüzüne yazan kalemlere benzer. Gel gör ki görgüsüzlük kalemleri kırmış, İstanbul sesiz. Hangi akıl tarihi yarım adaya gökdelen ruhsatı verir? Buna seyirci kalan İstanbul halkı fatih'in Kanuni'nin torunları olamaz.
Ünlü şairimiz Yahya Kemal'e milletvekili olduğu günlerde sormuşlar: Anakara'nın nesini seversiniz? İstanbul'a dönüşünü diye yanıtlamış. Bir başka tepeden adlı şiirinde İstanbul için:
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer
Şimdi acaba Yahya Kemal İstanbul'a görse ne der? Bence yüzümüze bakmaz.
Mehlika sultan'a âşık yedi genç,
Gece şehrin kapısından çıktı.
Mehlika sultan (İstanbul) yedi âşık genç (İstanbul yedi tepe üzerinde kurulmuştur). Ne yaptınız İstanbul'un tepelerine? Diye sorsa Yahya Kemal, ne yanıt verebilir İstanbul, bir izanı varsa kafasını önüne eğer ve susar. Ya Ahmet Haşim'in o belde'si:
Mavi bir akşam, eder üstünde daima aram,
Kadınlar orda güzel, ince saf, leylidir
Hepsi hemşiredir yahut yar.
Şimdi yar olmak bile izne tabi, Kadıköy vapuru izleniyor. Ne diyebilirsin şimdi o ince ruhlu Ahmet Haşim'e. Ya Orhan Veli'ye ne diyebilir siniz?
İstanbul sevgine can kurban, iyi ki yaşadın Veli'nin oğlu Orhan, nurlar içinde yat. Takıp takıştırıp piyasa vakti muhallebiciye gelen sevgililer artık yok, İstanbul'u kimse dinlemiyor gözleri kapalı, herkesin gözleri sonuna kadar açık çıkar peşinde. Boğaz sırtlarında da koruluk kalmadı. Her yer, kültür mirası köşkler, yalılar yakıldı yıkıldı, tarih katledildi koruyamadık güzellikleri. Kız kulesinin tam karşısına İstanbul'un bağrına kara bir bıçak gibi gök kafes sapladılar. Güzelim Süleymaniye'nin arkasında, ucube gökdelenler, koca Sinan ile alay edercesine geçmişimize nanik yapıyor. İstanbul sesiz.
Kanlıca'da yoğurt, İstinye'de dondurma yok. Mecidiye köy'de dut ağacı, Arnavut köy'de kokulu çilek bostanı kalmadı, birileri yedi bitirdi hepsini. Sarıyer börekçisi öldü, Maslak gökdelen ormanına dönüştü, Gezi parkındaki ağaçları sökülüp AVM yapmak istediler, gençlik başkaldırdı, arkasından dünya ayaklandı geri çekildiler. İstanbul efendilerini kimse dinlemiyor artık, dinlemek ne kelime konuşturmuyorlar bile, her şeyi bilen birisi herkese emrediyor.
Kimse şairlerin mısralarına döktüğü gözyaşlarına dokunmuyor. Moro Romentika öldü, yerini entrika aldı. Veli'nin oğlu Orhan Veli urumelihisarına oturup, tarifsiz kederler içinde türkü tutturamaz, oturacak yer kalmadı Rumelihisarı'nda. Ayırım yapmadan kana, kana içtiğimiz ayran şimdi rakıya rakip, millet ayran içenler rakı içenler diye ikiye ayrıldı. Sana, geride kalan tüm dostlardan özellikle İstanbul'da çiçek pasajından Ankara'daki tavukçu meyhanesinden selam var diyeceğim ama diyemiyorum; çünkü eski muhabbet yok.
İçinizden belki, teknoloji ekranında İstanbul'un yeşili, mavisi, Süleymaniye'si Ayasofya'sı konu olur mu? Diyeceksiniz bana göre olur. Düşünün haklı olduğumu göreceksiniz