Güncelleme Tarihi:
21'inci yüzyılın bir bilgi çağı olacağını vurgulayarak söze başlayalım. Bilgi, çevre ile olan akli ilişkilerin ürünüdür. İnsanoğlunun bilinçli olarak ilk gördüğü çevre ise evrendir, yani evren bilgi kaynağıdır. Yeryüzü, gökyüzü, gezegenler, karadelikler, galaksiler, güneşler, uydular, meteorlar, karanlıkta ışıltıları ile bizlere keyif verip arkalarında izler bırakarak kayıp giden yıldızlar, olağanüstü renkli, insanda heyecan, merak, korku ve hayranlık uyandıran olayların bütünü evreni meydana getirir.
Karmakarışık anlaşılamaz, erişimi zor bir görünüm vermesine rağmen yine de bir düzenin olduğunu, yirmi dört saate bir tekrarlanan olayları gözledikçe, hissederiz. Bu, her haliyle olağanüstü güzel devasa ilginç sistem hareket etmekte, değişmekte, ısınmakta, soğumakta, ışımakta, yok olmakta, fakat bir bütün olarak varlığını sürdürmekte ve bizleri şaşkına çevirmektedir. Güneş tutulur, bazılarımız büyük bir merak içinde olayı izler, bazılarımız korkar teneke çalarız; kuyruklu yıldızlar görülür, yine bazılarımız korkar, bazılarımız bu muhteşem olayı hayranlıkla izleriz. Her an, her dakika her saniye, aklın alamayacağı bu inanılmaz değişimleri, bazen bilinçli bazen bilinçsiz, gözler dururuz.
Bilim işte bütün bu olup bitenleri anlamak, açıklamak ve bilgiye dönüştürmek için vardır, gerçeği arama yolundaki yöntemleri ile toplumsal gelişmeleri derinden etkiler. Delillere, gözlemlere, kanıtlara, hipotezlere aksiyomlara, ispatlara dayandırılarak elde edilen bilgi, insan yaşamını kolaylaştıran teknolojinin alt yapısını oluşturur. Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin zenginlik ve refah yaratması, bireylerde bir karşılık bulmuştur. Toplum bilime her geçen gün daha fazla güvenmektedir. Ülkeler arasındaki bilim yarışının temelinde bu güven yatmaktadır. Bu anlayış ileri toplumlarda dinlerin varlık alanını daraltmıştır. İnanç sistemleri başta dinler olmak üzere toplum üzerindeki güvenirliklerini ve etkilerini sürdürmek için akli yöntemleri benimseme yoluna gitmişlerdir. 21'inci yüzyıl böyle bir yüzyıl olacaktır. Bu nedenle din ve bilimin sınırlarında bu gereksinim ayrıntıları ile tartışılmaktadır. Din ve bilim arasındaki fay hattı üzerine kurulan köprüler insanlığın bu iki soylu uğraşına ortak bir zemin oluşturacaktır.
İbranilik, Hıristiyanlık ve İslam evrenin tanrı tarafından yaratıldığına söyler. Bu nedenle çağdaş ilahiyatçılar evrenin yaratıcının özelliklerini taşıdığı düşünmektedir. Evren Tanrının insanlığa gönderdiği bir mesajı anlamına gelir. Doğa kanunları tanrının iradesi yani tanrının ayetleridir. Doğa kanunlarının matematiksel formata oluşu Tanrının evreni matematiksel bir mantıkla yarattığının kanıtıdır. Bu olgu dinin nakli, yani eskisini tekrar eden değil, akli olması gerektiğini kanıtlar. Astronomi bilmeden orucun ne zaman açılacağı veya geometri ve coğrafya bilmeden kıblenin hangi yönde olduğu bilinemez, yani dinlerde akli olmalıdır.
Evren üzerindeki tartışmalar insanlık tarihi kadar eskidir. Bilim kendi bildiği yolda yürümüş evrenin sırlarının belli bir bölümünü başarı ile çözebilmiştir. Çinliler 1054 yılında gökyüzünde meydana gelen patlamayı ne olduğunu bilmeden fark etmişler ve kayıtlarına geçirmişlerdir. Güneş sistemi içinde hareket eden gezegenlerin yörünge geometrilerini 400 sene önce hesap edebildik. Günümüzde bu hesap, artık bir üniversite öğrencisi için bile çözümü basit bir problemdir. Fırlattığımız füzeler ile asteroitleri vurabiliyoruz. Güneş sisteminin içinde yer aldığı Samanyolu galaksisine benzer ve aynı büyüklükte milyarlarca galaksinin, gaz molekülleri gibi hareket ettiğini biliyoruz. Yıldızların kendi üzerlerine çöküşlerini, galaksilerin çarpışmalarını gözleyebiliyoruz. Hangi gezegenin ne zaman nerede bulunacağını söyleyebiliyoruz. Ay'dan veya Güneş’ten veya Mars’tan uzaklıklarımızı ölçebiliyoruz. Bu bilgimize dayanarak Ay’a gidebildik, Mars'ın sıcaklığını ve yapısını öğrenebildik, resmini çekebildik. Güneşin nasıl enerji ürettiğini biliyoruz, yerküreden çok uzaklardaki galaksilerin yapılarını ve hareketlerini gözleyebilen optik teleskoplar geliştirdik, uzaya yerleştirebildik, düşlerimizi daha da ileri götürerek, gelişmiş radyo teleskoplar icat ettik. Önümüzdeki on sene içinde bu teleskopları Ay’ın karanlık yüzüne yerleştirip evrenin derinliklerinden gelen kalp atışlarını dinlemeyi, uzay kolonilerinde yaşam kurmayı tasarlıyoruz.
Bütün bu başarılar evrenin tüm sırlarının bilim tarafından çözülebileceği anlamına gelir mi? Çok usta bir şefin yönettiği bu olağanüstü kozmik senfoninin tüm notalarını acaba kulağımız duyabilir mi?
Bu başarılar karşısında etkilenen toplum, bilimsel gelişmenin önüne engel konulmasına karşı çıkıyor. İnsan aklına, düşünce özgürlüğüne sınır getirmesini kabul etmiyor. İnanç sitemlerinin örneğin, kök hücre ve genetik araştırmalara veya yaradılış fiziğine karışmasını istemiyor. Bu eğilimler inanç dünyasının yeniden sorgulaması gerektiği gibi, bir ihtiyacı ortaya çıkartmıştır. Din toplum anlayışındaki değişimlerine karşın kendi değişmezliğini savunmakta ısrar etmeyecek gibi görünmektedir. Din ve bili arasında entelektüel köprüler inşa edilmektedir.
Günümüzün ünlü yazarlarından ortaçağ Avrupa tarihi uzmanı Umberto Eco ile ünlü düşünür kardinal Martini, koyu gelenekçi Katolik inancı ile yaşama laik pencereden bakanlar arasında ortak referans noktaları arıyor. İnanç ve akıl arasında ortak alan bulmaya çalışıyorlar. Buna karşın ülkemiz düşünürleri ve bilim insanları ile din bilginleri arasında oluşan fay hattı, tarih bilinci olmayan muhafazakârlık kavramı ile derinleştiriliyor.
Düşünceleri zaman aşımına uğramayacağı kesin olan 20’inci yüzyılın en önemli filozofu Jürgen Habermas ile kardinal Joseph Ratzinger (önceki Papa) geleceğin modern toplum yapısı ve inanç arasındaki ilişkileri, akıl düzlemine iz düşürerek tartışabiliyor. Bu iki ünlü arasındaki diyalog (The Dialectic of Secularization-2005 Herder Verlag) adlı kitapta yayınlanmıştır. Bizde ise din adamları ve geleceği okuyamayan düşünürler veya kendisini düşünür sananlar, başörtüsüne özgürlük problemi olarak bakma ilkelliğini göstermektedirler; İki yüzyıl önce Prusya askerlerinin bıyık bırakmayı özgürlük sanmaları gibi.
Evrendeki düzen tanrının rasyonel oluşundan ileri gelir, gizemleri efsaneler değil akıl açıklar. Yaratıcının doğa kanunlarını matematik dil ile ifade etmesi rasyonelliğin kanıtıdır. Tanrı bir matematikçidir, onu anlamak yarattığı olağanüstü evrenin gizemlerini açıklamak ile mümkün olur. Çevremizde gördüğümüz her şey her olay: doğan güneş, yağan kar, dalgalanan deniz, esen rüzgâr, açan çiçek onun kutsalın iradesini sergiler. İnsana akıl bu iradeyi anlayabilmek için verilmiştir. Akıl ise kendini bilimsel etkinliklerde ortaya çıkarır. Bilime mesafeli durmak tanrısal iradeye mesafeli durmak demektir. Aklın verili oluşu, bilimsel gelişmeleri teşvik etmenin veya doğrudan bilim yapmanın tanrısal iradeye saygı göstermek anlamına gelir. Bilgi üretmek dinlerin öngördüğü ibadet kadar değerlidir. Ne yazık ki İslamiyet aklını kayıp etmiş durumdadır. Bu gidişle 21'inci yüzyılda da bulması pek mümkün görünmemektedir.