Güncelleme Tarihi:
Plüton
Cüce gezegen Plüton'u içeren Kuiper Kuşağı,Güneş Sistemi'nin öncelikli olarak araştırılması gereken bölgeleri listesinin ilk sırasında yer alıyor. NASA'nın Yeni Ufuklar uzay aracı öncelikle Plüton'a yoğunlaşarak bizi çepeçevre saran bu kozmik kuşağı araştırmakla yükümlü. Güneş Sistemi'nin daha önce hiç görmediğimiz bu uzak bölgelerine yakından bakabiliyor olmak,kozmik tarihimizin başlangıcı ve oluşumu hakkında bilgi sahibi olmamıza yardımcı olacak. Plüton gibi buz cücesi gezegenlerin nasıl oluştuğunu anlayıp,onu yakından tanımaya başlamak da bu büyük resmin önemli bir parçası.
Gezegenin atmosferindeki uzaya karışıp yüzlerce kilometrelerce boyunca yayılarak bu görüntüyü yaratıyor.
Buz volkanları
Plüton'un iki dev buz volkanından biri Wright Mons,150 kilometreye yayılan,4 kilometre yüksekliğe ulaşan bu devasa oluşum tüm Güneş Sistemi'nde ki en büyük doğal yapı. Henüz Wright Mons'un bir buz volkanı olduğundan emin değiliz ama yüzeyindeki kraterler öyle olabileceğini işaret ediyor. Kraterlerin sayısının az oluşu,volkanın gezegen tarihinin son aşamalarında aktif hale geldiğini göstermekte.
Mars
225 milyon kilometre ötedeki Kızıl Gezegen'i mühendislik harikası gezginlerle kuşattık. Mars artık bir hayal değil;Yıllar boyunca gezegenin kum tepelerinde süzülerek yol almaya devam eden robot kaşiflerimiz onu,dünya dışındaki ilk mühendislik çalışmalarını sergilediğimiz tanıdık bir yere dönüştürdü. Yörüngesi de uzay araçlarımızla çevrelenmiş durumda.
Çok değil,birkaç on yıl önce Kızıl Gezegen'in yakından nasıl göründüğünü merak ederken şimdi neredeyse tüm topografik haritasını çıkarmış olarak daha derin sorulara yoğunlaşma aşamasına geçtik. Bir zamanlar Mars'ta,yaşamın kaynağı olarak gördüğümüz suyun bulunduğunu biliyoruz. Hala su bandırılıyor olabilir mi?
Gezegende yaşam kıpırtısına denk gelebilir miyiz?Gelecekte Dünya'yı terk edip Mars'a yerleşmeye başladığımızda oradaki koloni yaşamı için hangi doğal kaynakları kullanacağız? Onun kayıp atmosferini inşa edebilir miyiz?
Jeologları,kaya katmanlarıyla karşılaşmak kadar heyecanlandıran bir şey yoktur. Tarihe bu kayaların katmanlarına bakarak tanıklık edip,bir gezegenin neredeyse tüm hikayesini ortaya serebiliriz.Mars'ın Nili Fossae adlı bu bölgesindeki kaya katmanları Syrtis Major kanyonu yakınında bulunuyor. Nili Fossae,okunmayı bekleyen bir tarih kitabı gibi.
Akarsu aşınması nedeniyle oluşmadı ama Kızıl Gezegen'in uzak geçmişinde suyun kanyon boyunca aktığına dair bazı izler bulundu. Beyaza yakın tonlarda gördüğümüz antik kayalar,yüzey tozları ve rüzgarlarla sürüklenen diğer birikintilerin oluşturduğu dalga şekilli katmanlarla kaplı. Bölgedeki kil minerallarinin yoğunluğu da su konusundaki bulguları güçlendiriyor.
Bir çarpışma hikayesi
Kızıl Gezegen tam bir maden cenneti. Curiosity'nin geçtiğimiz ay tesadüfen keşfettiği,golf topu büyüklüğündeki bu göktaşı parçası Mars kaşifinin en önemli keşfi sayılıyor. Demir ve nikel karışımından oluşan ve ''yumurta kayası'' olarak adlandırılan bu tür göktaşları gezegenlerin çekireklerinde oluşabilir. Kayanın,cüce gezegenlerden birinden kopan bir meteorla buraya taşındığı düşünülüyor.
Colles Nili
Gezegenin son derece aşınmış bir yüzeye sahip Colles Nili bölgesi,bir zamanlar buzulların yüzey boyunca hareket ettiği bir yerdi. Şimdiyse o antik buzullardan geriye kalanları toprağa gömülmüş olarak saklıyor.Colles Nili,Mars'ın en eski yüzey oluşumlarından biri. ''Colles'' sözcüğü Latincede ''tepe'' anlamına geliyor.
Ceres
Ceres ve Vesta,Mars ile Jüpiter'in yörüngeleri arasında kalan Astreoid Kuşağı'nda yer alıyor. Asteroitlerin en yoğun bulunduğu bu bölge Güneş Sistemi oluşumundan geriye kalan tozlar ve gökcisimlerinden ibaret.Toplamda 600 bin civarında astreoit ve cüce gezegen içeren kuşakta Ceres ve Vesta,büyüklükleri açısından en dikkat çekenler.
Tıpkı Vesta gibi Ceres de Güneş Sistemi'nin en eski oluşumlarından biri.Bulgular Ceres'in 10 milyon yıllık bir geçmişe sahip olduğunu gösteriyor. Adını Roma mitolojisindeki koruyucu tanrıçadan alan cüce gezegen aynı zamanda bilinen en büyük asteroit olma unvanına sahip.
Ama Ceres'i ilginç kılan bir şey daha var: Cüce gezegenin bir yer altı okyanusuna sahip olduğu düşünülüyor.''Su varsa hayat da vardır'' görüşünden yola çıkan bilim insanları,Ceres'in muhtemel okyanusunda bakteri düzeyinde yaşam olabileceğini söylüyor.
Esrarengiz parıltılar
Cares yüzeyindeki Occator Krateri'nde görülen ve ne olduğu anlaşılamayan parlak beyaz ışıklar ilk başta herkesin kafasını karıştırdı. Bazıları bunu Ceres'teki gelişmiş bir uzaylı uygarlığın işareti olarak yorumladı.Sonradan anlaşıldığı üzere parlamalar,henüz içeriği anlaşılamayan birikintilerden kaynaklanıyor.
Tuz tepelerindeki birikimin yeraltı kaynaklarından yüzeye taşınmış olabileceği düşünülüyor. Yani tıpkı Dünyadaki gibi Ceres'in yüzey altı bölgelerinde de tuz katmanları bulunmakta. Tuzun varlığı,tuzlu suyun da varlığını işaret ediyor.Yüzeye akarsularla ulaşan bu su kuruyup yok olduğunda geriye sadece tuz birikintilerini bırakıyor.
67P Kuyrukluyıldız
Kuyrukluyıldızlar tarihin başlangıcından bu yana insanoğluna ilham verip kozmik anlamda büyük bir merak duygusu uyandırdı. Gezegenemizin,henüz oluşum aşamasındayken irili ufaklı kuyrukluyıldızların bombardımanına tutulduğunu biliyoruz. Bilim insanları,yaşamı başlatan organik moleküllerin Dünya'ya bu çarpışmalarla ulaştığını düşünüyor.
Kuyrukluyıldızlar,Güneş Sistemi'nin Jüpiter,Satürn,Uranüs ve Neptün gibi dev gezegenleriyle aynı zaman diliminde oluştu. 4.6 milyar yıllık tarihe sahip bu gökcisimlerin de tıpkı dev gezegenler gibi aynı malzemeden türediği sanılıyor.
Yani Güneş'in doğumu esnasında uzaya saçılan toz yığınları ve buzlarla şekillenmiş olabilirler. Bazı bilim insanlarıysa onların Güneş'ten önce de orada olduklarını,yıldızlararası maddeleri galaksimizin farklı bölgelerinden buraya taşıyan zaman kapsüllerine benzediklerini söylüyor.
Türümüzün bir Kuyrukluyıldızla ilk defa yakından temasa geçip,bu iki farklı görüşten hangisinin doğru olduğunu bulması için seçilen hedefse 67p; nam-ı diğer Churyumov-Gerasimenko Kuyrukluyıldızı.
Kuyrukluyıldızların gizemlerini çözmesi hedeflenen büyük buluşmayı Avrupa Uzay Ajansı'nın çığır açan aracı Rosetta gerçekleştirdi. Ve Rosetta'nın yüzey iniş aracı Philae gökcismine inerken birkaç kez sehip devrilmiş olsa da onu yakalayıp numune toplamayı,böylece yakından incelemeyi başardı.
67p ile yakınlaşma
67p'de daha önce hiçbir Kuyrukluyıldız da tespit edilmemiş olan karbondioksit buzu bulunduğu görüldü. Karbondioksite Kuyrukluyıldızlarda sıkça rastlansa da katı halde bulunduğu görülmemişti. Beraberinde daha da şaşırtıcı bir hale geldi: Son derece geniş,beklenmedik su buzu öbekleri. Üstelik bunların her biri bir olimpik yüzme havuzundan daha fazla donmuş su içeriyor.
Kuyrukluyıldızın ayrıca bolca oksijen molekülü,nitrojen,fosfor elementi ve glisin adlı çok önemli bir aminoasit molekülü içerdiği görüldü. Oksijenin,gökcisminni oluşumundan beri orada olduğu düşünülüyor.
Fosfor,DNA molekülünün oluşumu da dahil olmak üzere biyolojik süreçlerde devreye girerken,glisin insan vücudundaki proteinlerin üretimi için kullanılan bir aminoasit.
Yani hayatın ana bileşenlerinden. Tüm bu şaşırtıcı bulgular,Kuyrukluyıldızların Güneş'ten çok daha eski bir dönemde,yeni oluşmuş genç yıldızların bulunduğu kısa ömürlü bulutsularda şekillendiğini gösterip,yaşamın Dünya'ya Kuyrukluyıldızlarla taşınan içerikler sayesinde başlamış olabileceği görüşünü güçlendirdi.
Satürn
Güneş Sistemi'nin gaz devlerinden biri olan Satürn muazzam halkaları ve irili ufaklı 62 uydusuyla bir gezegenden ziyade karmaşık bir sistem gibi. Aslında gerçek uydu sayısı 150'nin üzerinde. Ama 62 tanesi tanınıyor ve bunların da sadece 53'ü resmi olarak adlandırıldı. İçlerinde en ünlüleriyse Enceladus,Tethys,Dione,Rhea,Mimas,Iapetus ve Titan.
Onu teleskopla ilk kez Galileo gözlemişti. Halkalarınıysa Hollandalı astronom Christiaan Huygens keşfetti. Satürn'ün en derin sırlarına yeni yeni erişebiliyoruz. Gezegenin son derece zorlu koşullara sahip olması yüzünden belki hiçbir zaman atmosferinden içeriye göz atmayı başaramayabiliriz ama Cassini Uzay Sondası sayesinde hakkında birçok önemli bilgi elde etmeyi başardık.
Satürn bazı garip sırlarını paylaşırken bazılarını da korumaya devam ediyor. 30 yıl süren kasırgaları,kuzey kutup bölgesindeki ilginç altıgen yapıyı,etkileyici kutup ışıklarını,halkalarının detaylarını,Enceladus'un okyanus dünyası olduğunu,Titan'ınsa ince azotatmosferinin altında göl ve denizlerle dolu bir yüzeyi bulunduğunu öğrendik ama orada hala keşfedilmeyi bekleyen çok şey var.
Etrafa alevler saçan,huyu suyu neredeyse hiç değişmeyen bir yıldız. Son birkaç on yıl hakkında öğrendiğimiz şaşırtıcı gerçeklerden önce Güneş'i böyle görüyorduk. Oysa gerçekte üst katmanlarında dinmek bilmeyen bir değişim ve dönüşüm döngüsü yaşandığını anladık. Hatta her 11 yılda bir büyük dönüşümünü geçiriyor desek yeridir. Bu döngünün sebebiyse manyetik alanında oluşan değişimler.
Sonunda Güneş'in öngürülemez patlamalarına tanık olma fırsatını elde ettik. Bir yandan 5.500 derece sıcaklığa sahip yüzeyinden alevler püskürten patlamaları izlerken,diğer taraftan siyah lekeler şeklinde görülen soğumuş noktalarını ayrıntılarıyla inceleme fırsatı elde ettik. Bunlar güçlü manyetik alanlara sahip olduğu için parlaklığını yitirmiş gibi görünüyor.
Şaşırtıcı olanı,bu lekelerin sayısı ne kadar çoksa Güneş'in ışınımsal aktivitesi o kadar artmakta. Her 11 yıllık döngüsünde en yüksek aktiviteye sahip olduğu bu dönemde de solar maksimum evresi deniyor.
Güneş'in manyetik alanı değişim geçirirken bazı bölgelerde diğerlerine oranla 2 bin derecelik soğuma gerçekleşiyor. Manyetik alan kaynaklı olduğu için güneş lekeleri genelde zıt manyetik kutuplanmaya sahip çiftler olarak belirir. Bazıları gezegenimizden bile büyük olan lekelerin içteki koyu bölgeleri de aslında sandığımız kadar karanlık değil.
Çevrelerini saran yoğun ışımadan izole edip bakabilseydik hala son derece parlak olduklarını görebilirdik. Lekelerin yakın çevresindeki ışıma maksimum seviyeye ulaştığı için merkezlerini koyu renkte görüyoruz.
Ateş kanyonu
Güneş patlamaları,Güneş'e ipliksi manyetik alan hatlarıyla bağlı maddenin kopmasıyla başlıyor. Bu ipliksi yapılar nispeten yoğun gazlardan oluşmakta. Buradaki sıcak madde patlayıp püskürdüğünde geriye olağanüstü büyüklükteki alevleri bırakıyor. Gerçekte Güneş alevlerinden değil,aşırı ısınan elektronların atomlarından kopmasıyla ortaya çıkan plazmadan oluşmakta.