Güncelleme Tarihi:
Basit bir teknik arıza değil bir çöküş yaşadık dün. Umarım şimdi ileri Türkiye’yi düşünüyordur. Enerji bakanı bile ne söyleyeceğini bilemedi, iki dakikalık beyanatında arkadaşlar, arkadaşlar dedi durdu. Bu gerçekten çok iddialı ülkemize yakışan bir manzara mı? Sayın Taner Yıldız yerine olsam bu olaydan sonra şebekeden sorumlu olan tüm mühendisleri sorguya çekerim. Şimdi zahmet edin bunun neden ve nasıl meydana geldiği konusunda yazdıklarımı okuyun ve öğrenin.
Günümüzde teknoloji kontrol sistemlerini yaygın olarak kullanmaktadır. Otomobilinizde motorun sıcaklığı belli kritik bir değerin üzerine çıkarsa veya karteldeki yağ azalırsa veya hızınız izin verilen limitlerin üstüne çıkarsa veya yakıtınız bitmek üzere ise ön tablodaki ikaz lambaları yanar. Bu en basit bir mekanik sistemin, yani bir otomobilin, düzgün çalışabilmesi için tasarlanmış bir kontrol sistemidir. Uçakların pilot kabinlerindeki çok sayıda gösterge kontrol sisteminden gelen bilgileri kaptanın dikkatine sunar. Teknoloji karmaşıklaştıkça kontrol sistemlerini oluşturan basit elektronik devreleri yerlerini bilgisayar işlemcilerine bırakmıştır. Örneği otolarda silindirlerin düzenli ateşlemesini bir işlemci yapmaktadır. Artık platin ayarı diye bir şey söz konusu değildir. Burada işlemci basit bir kontrol sistemidir. Nükleer teknoloji, yakıt üretiminden reaktörün kalbindeki sıcaklığa veya difüzyon ortamındaki nötron sayısına kadar tüm fiziksel büyüklükleri, bilgi teknolojilerinden yararlanarak kontrol altına alır. Tasarlanan limitler arasında kalmasını sağlar.
Son zamanlarda kontrol sistemleri ciddi bir tehdit ile karşı karşıya kalmıştır. Dün yaşadığımız kriz, dağıtım şebekesini kontrol eden sistemi çalışamaz hale getirilmesinden ibarettir. Bu sabotajı yapabilmek için özgün bir (software) yazılım yeterlidir. Esasında böyle bir yazılım beş altı sene önce yapılmıştır. Stuxnet adı verilen yazılım, tüm kontrol sistemlerine bulaştırılabilir. Bilgisayarları çökerten bir virüs gibidir. Nasıl bir bilgisayara virüs bulaşıyorsa, benzer şekilde bir kontrol sistemlerine de Stuxnet bulaşabilir. Alman bilgisayar güvenlik uzmanı Ralph Lenger, Stuxnet bu yazılımını piyasaya sürünce hemen ilgi odağı haline geliverdi. Yazılım, kontrol sistemlerinin ayak izleri takip edip hedefi bulunca otomatik olarak kontrolü ele almaktadır. Artık hiçbir dinamik önce tasarlanan kontrol sisteminin direktifleri doğrultusunda gerçekleşmemektedir Bu bir anlamda syber uzayda bir sabotaj hareketidir.
Stuxnet bir kontrol sistemine, örneğin elektrik üreten bir türbin açısal hızını kontrol eden mantık devresine bulaştığında, göstergeler her şeyin normal gittiğini söylerken, hız normal değerinde olamaz. İşlemleri takip etmekte olan görevli her şeyin normal olduğunu sanır. Stuxnet kontrol sitemine bulaştı ise, şebekeyi besleyen kimi üretim istasyonlarını, sizin iradeniz dışında deveden çıkarabilir. Sistem çöker ve ne olduğunu anlayamazsınız. İşin ilginç yanı yazılımın sistemde hiçbir iz bırakmamasıdır. Bir kırıcı (hacker), herhangi bir bilgisayara girdiğinde, muhakkak bir iz bırakır. Bu nedenle devletlerin gizli bilgilerine ulaşan kırıcılar (hackerler) mutlaka yakayı ele verirler. Bu yazılım, bilinen kırıcı (hacker) yazılımlarından çok farklı. Anlamak için uzmanlık ister. Mantık devreleri ile uyumlu algoritma tasarımları gerektirir. Başta Hindistan, Pakistan gibi ülkelerin kontrol sistemlerinde benzer etkiler görülmüştür. Daha da ilerisi Stuxnet ’in İran nükleer tesislerine bulaşmıştır iddiası da yaygındır.
İran’ın Bushari nükleer tesisinde nedeni açıklanmayan ertelenmelerin, kontrol sistemlerine Stuxnet bulaştığı şeklinde yorumlanmıştır. İran nükleer faaliyetlerinden sorumlu Dr. Ali Akbar Salehi, Rusların inşa ettiği reaktöre yakıt çubuklarının zamanında gönderilememesinin nedenini havanın sıcaklığına bağlaması, uzmanlarca inandırıcı bulunmamıştır. Stuxnet yakından tanıyan çevreler açıklamayı gülümseme ile karşılamışlardır. Ancak aradan geçen senelerde İran syber saldırılardan korunma ve karşılık verme konusunda ciddi deneyim kazanmıştır. Onların kontrol sistemini artık kimse çökertemez fakat onlar başkalarının sistemini çökertebilir. Batı dijital saldırılar ile İran’ın nükleer programına mani olmayacağını anlayınca müzakereler yolu ile çözmeye çalışmaktadır.
Bu çöküşe daha genel bir perspektif içinden bakmak, yirmi birinci yüz yıl yaşamını anlama bakımından yararlıdır. Bilgi kaynaklı üretim ekonomisi yani yüksek katma değerli üretim ekonomisi, gelişmek isteyen ulusların 21’inci yüzyılda vazgeçilmez hedefi haline gelmiştir. Yenilikçi teknoloji üretemeyip, kolayına kaçıp, yenilikleri transfer edenler, üretenlerin egemenliği altında yaşamaya mecbur kalacaklardır. İleri Türkiye işte bu durumdadır, bilgi ve teknoloji üretmek gibi bir derdi yoktur Türkiye’nin. Bağırarak çağırarak onu bunu suçlayarak kendini alkışlayan kalabalıkların girdabına kapılarak ülke ileri gitmez, gitmediği görünüyor.
Bilimi ve sanatı siyasetin baskısı altında kalan ulusların, ekonomik ve siyasi bağımsızlığından söz etmek mümkün değildir. Bütün krizler, eskiden olduğu gibi, bilimsel yöntemler ile atlatılmıştır ve atlatılacaktır. Bilgiyi üreten, depolayan, dağıtan, ulaşan, kullanan uluslar küresel ekonominin ve siyasetinin baş aktörleri olacaktır, diğerleri konu mankeni. Belki birileri Türkiye’de konu mankeni olmak istemeyebilir, fakat Türkiye bu gidişle konu mankeni olmaktadır. Aklını ve bilgisini kullanarak, katma değer üretme etkinliği toplumların gelişmişlik ölçüsü olmuştur. Elektriğini dahi kontrol edemeyen bir Türkiye ile karşı karşıyayız. Çalar saatin İsmail’ine kızacağına bu işi başaramayanlara kız.
TV kanallarında mobil bir telefonun veya diğer bir yeni ürünün pazarlamasını yapan kişiler ve onları yayınlayan TV kanalları ve yorumcuları, ülkemizin bilimsel ve teknolojik düzeyi ile ilgili neden programlar yapmazlar. Neden Türkiye adresli ekonomik getirisi olan patent sayısı yok denecek kadar azdır. Neden rektörler bu sene üniversitemiz öğretim üyeleri dünyanın saygın bilimsel dergilerinde şu kadar makale yayınlamış şu kadar atıf veya şu ödülleri almıştır; Avrupa veya Amerika patent ofislerinde şu kadar lisans alınmıştır diyemiyor. Her halde ülkemizde birileri bu soruları sormak durumundadır.
Toplumların yaratıcılık genlerini, bilimsel ve sanatsal faaliyetler besler. Özgürlük yaratıcılığın nefes aldığı ortamdır. Neden İran’da, Ömer Hayyam gibi, değeri zamanların ötesine taşan sanatçı yetişmiyor. Ülkesinde şarkı söylemesi yasaklanan sevimli İran kökenli yorumcunun özgürlüğü, şarabı kutsayan Ömer Hayyam’ın 1100 sene evvel sahip olduğu özgürlüğünün çok gerisindedir. Güzel bir kadının güzel sesine hasret kalan toplumun geleceğine sadece despotların hükmetmesi bir insanlık ayıbıdır.