PROF. DR. CENGİZ YALÇIN / cengiz1934@gmail.com
Oluşturulma Tarihi: Nisan 25, 2011 15:31
Ünlü Fransız matematikçi Laplace (1749-1827), Newton kanunlarını kullanarak diferansiyel ve entegral hesap ile güneş sisteminin tüm geometrik parametrelerini ve fiziksel büyüklüklerini hesap edilebilir bir formata sokmuş ve tüm çalışmalarını beş ciltlik gök mekaniği adlı kitabında toplamıştır.
Bu kitap Newton’nun ‘Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri (Matemetical principles of Naturel Philosophy) kadar ünlüdür. Yıldızların bulutumsuların (nabula) kütle çekim kuvvetinin etkisi altında kendi üzerlerine çökeceklerini ve yeni bir kozmik oluşum meydana getireceklerini, elinde Newton kanunlarından başka hiçbir bilgi olmadan, kurguladığı denklemlerin çözümlerine dayanarak öngörebilmiştir. Bu öngörü insan aklının olağanüstü başarılarındandır. Sözünü ettiği kozmik oluşum, günümüzde hakkında çok şey bildiğimiz gözlediğimiz ve varlığından şüphe etmediğimiz karadeliklerden başka bir şey değildir. Biz onları gözlemeden tam üç yüz sene önce, doğa kanunlarına dayanarak karadeliklerin var olduklarını söyleyebilmiştir.
Avrupa’yı baskıcı Katolik inancının yarattığı ortaçağ karanlığından aydınlığa bu değerli bilim insanları ve düşünürler çıkarmıştır. Mucizeleri efsanelerde değil insan aklında arayan aydınlanma kültürüdür Avrupa’yı yücelten. Aynı dönemde yaşamış, dünyanın en güçlü insanı imparator Napolyon Bonapart, bu mütevazı matematikçi Laplace ile tanışmak istemiş ve iki ünlü karşılaştıklarında aralarında, bilim tarihçileri tarafından not edilen, şöyle bir konuşma geçmiş.
Napolyon: Çalışmalarınızda neden tanrıya hiç atıf yapmadınız? Laplace bu soruyu bilim tarihinin unutulmaz bir cümlesi ile yanıtlamıştır:
Je n’ai pas besoin cette hypothese (Böyle bir hipoteze gerek duymadım).
Bu manidar cümle günümüzde kutsal dini inançlarımızı günlük yaşantımıza sokmak isteyenlere bir yol gösterir. Aynı süreçte ışığın cennetten çıktığını topluma kabul ettirmeye çalışan köktenci Katolik kiliseye karşı, Laplace gibi ünlü gökbilimci Tyco Brahe, ondan da 150 sene önce,
‘İncil sizlere cennete nasıl gidileceğini öğretir. Gökyüzünde neler olduğunu ışığın nerden geldiğini ben bilirim’
Diyerek kiliseye karşı bilimin duruşunu 400 sene bu cümle ile ifade etmiştir. Önemsiz gibi görünen bu cümle, önce bilimsel sonrada endüstriyel devrimin yolunu açmıştır.
Avrupa’da bunlar olurken acaba o dönem İslamiyet’in’ kalesi olan üç kıtaya egemen Osmanlı imparatorluğunda neler oluyordu? Her olayın nedenlerini kendi dönemin soysa-kültürel ortamından soyutlamak olanaksızdır. Kitaplı dinlerin ortaya çıktığı yıllarda, toplumun bir kişiyi peygamber olarak kabul etmesi için onun mucizeler yaratması gerektiğine inanılırdı. İslamiyet’in sosyal dinamiklerini derinden etkileyen İmam Gazali (1058-1111) ve Eşari okulunun İlmi kelamcıları gerçeğe akıl yoluyla ulaşılamayacağına inandıkları gibi, doğa olaylarının matematik, geometri, mantık gibi akli bilimler ile açıklanamayacağını ileri sürmüşlerdir. Bu düşünce 12 inci yüzyıldan sonra İslam coğrafyasında egemen olmuştur. Osmanlı uleması Avrupa’daki bu gelişmeleri ne takip etmek yerine bu köhne anlayışın takipçisi olmuştur. Razi 12’inci yüzyılda ‘Geometri öğrenmek Müslümanlar için farzdır.’ derken; 17’inci yüzyılda İmamı Rabbani ‘Geometrinin ne dünya saadetine ne ebedi kurtuluşa faidesi yoktur’ diyebilmiştir.
Lapace aynı dönemde geometriden yararlanarak güneş sisteminin tüm dinamiklerini hesap ederken, Osmanlı uleması imamı Rabani’nin arkasından gitmiştir. Osmanlı medreselerinde ne felsefe ne mantık ne geometri ne trigonometri ne fizik nede kimya okutulmuştur. Osmanlı Sultanı üçüncü Mustafa(1717-1774) imparatorluk ıslahat işlerinden görevli Baron Tott’dan bir mühendislik okulu açmasını istemiştir. Baron Tott’un Osmanlı ulemasının, bir üçgenin iç açılarının 180 derece olduğunu bilemediklerini rapor etmiştir, ne kadar açıklı bir gerçek. İşte koskoca Osmanlı imparatorluğunun yıkılış nedeni budur. Medreselerde sadece Fıkıh ve kelam okutursan olacak budur, nereden bilsin zavallı ulema Öklidiyen geometriyi (bkz Osmanlı Türklerinde Bilim-Adnan Adıvar, 11 ciltlik İsmail Hakkı Uzun çarşılı Osmanlı Tarihi cilt-3 sayfa).
Günümüzde de durum bundan çok farklı değildir. Eğitim sistemimizin en önemli problemi başörtüsü ve imam hatip liseleridir. Mühendis diploması veren çok sayıda üniversitelerimizde, özellikle vakıf üniversitelerinde, bazı devlet üniversiteleri de dâhil, fizik, matematik, kimya bölümleri yoktur. Bunların Osmanlı medreselerinden farkı nedir? Nasıl mühendis yetiştiriyorlarsa şaşarım akıllarına. İstanbul Ankara kara yolunu kilogram ile ölçen mühendisler ile karşılaşırsanız; sizin için hiç sürpriz olmasın. TV kanallarında yapılan bilgi yarışı programlarında gençlerimizin verdiği yanıtlara bakarak nasıl eğitildiklerine üzülerek şahit olmaktayız. Bu durumları görmesi ve çözüm getirmesi beklenen YÖK ise şifre ile meşgul. Bir sınav yapmayı dahi beceremiyorlar. Yazıklar olsun.