Güncelleme Tarihi:
Ubisoft’un bir dönem yaratma konusunda eline kimsenin su dökemeyeceği bir kez daha, bir AC oyunuyla birlikte gözler önüne seriliyor. Yaratılan Londra imajı o kadar iyi ki gerçekten şehri bir başından, öbür ucuna kadar yürüyerek gitmek istiyorsunuz.
Binalara baktığınızda da kaplama işinde Ubisoft’un tam anlamıyla coştuğunu gözlemleyebiliyorsunuz. Binaların üzerine resmen lekeler, ufak kırıklar bile işlenmiş. Şehrin genel atmosferi bayağı bir sağlam anlayacağınız.
Şehrin haritası kıpkırmızı bir şekilde açılıyor. Her bölge de çeşitli kısımlara ayrılmış. Amaç bu kısımları ele geçirip şehri yavaştan Rooks adındaki, Frye kardeşlerin çetesinin kontrolüne geçirmek. (Tabii arada ana görevde de ilerlemek.) Bu bölgeleri ele geçirmek için de farklı bir takım işler yapıyoruz. Bu, oyuna yeni eklenen köle çocukları kurtarmak da olabiliyor, bir Templar’ı öldürmek de, bir Templar’ı kaçırmak da, bir şeyleri sabote etmek de…
Oynanıştaki en büyük değişiklik, oyunun hemen başlarında bulduğumuz Batman-vari kanca ile birlikte geliyor. Bununla yüksek yerlere anında ulaşabiliyor, iki nokta arasında “zipline” adı verilen hattan kurup kayabiliyoruz. Oynanışı resmen bambaşka bir hale getiriyor bu cihaz, peşinen söyleyeyim. Bir yerlere gizlice ulaşmanın yanında, başınız sıkıştığında da yüksek bir noktaya kancayı salıp kaçabiliyorsunuz.
Oyunu her daim iki karakterle oynamak da mümkün kılınmış –ki burada Ubisoft resmen oyuncuların çenesini kapatmak istemiş zira iki karakter arasında çok az bir farklılık var. Jacob erkek olduğundan daha dayanıklı ve daha iyi vuruyor, Evie ise gizlilik konusunda birazcık daha iyi. Bu farklılık da yetenek ağacında bazı yeteneklerin sadece belirli karakterler tarafından seçilebilmesiyle belirlenmiş. Eğer bir görevde gizlilik esassa Evie’yi, bir bölgeyi ele geçirdikten sonra ortaya çıkan Gang War gibi görevlerde de Jacob’ı tercih etmenizde fayda var.
Hikaye anlatımı gerçekten bir dizinin, herhangi bir bölümünde olan olaylar kadar durağan. Hikaye ne yükseliyor, ne ana görevler çeşitlenip sizi sinematik bir maceraya sürüklüyor, ne de heyecan artıyor. Ubisoft demiş ki, “Bu defa Londra’yı yaptım. Yine içine bir dolu görev, bulunacak sandık ekledim, ünlü tarihi isimlerle de ortamı şenlendirdim, şimdi oturun, saatlerinizi bu oyuna harcayın…”
Bir kum havuzu üretme konusunda Ubisoft’un eline su dökmek gerçekten zor fakat hikayenin durağanlığı da bir yandan oyunu monotonlaştırıyor. Oynanıştaki o haz veren etken, sağlam atmosfer olmasa zaten oyunu herkes yarısına gelmeden bırakır fakat Ubisoft artık olayı bir adım ileriye götürmeli. Yani en azından yan görevler ana görevlere etki etse, biraz şaşırtacak bir şeyler olsa da biz de oyuna dönmek için neden bulsak.