Güncelleme Tarihi:
Develer kervan iken
Yeni bir Assassin’s Creed mevzu bahis olunca insan ister istemez şöyle bir kıllanıyor. Serinin ilk oyunundan bu zamana kadar her yeni oyunun çıkışından önce hop oturduk hop kalktık, bu sefer olacak mı dedik, yine mi hayal kırıklığı dedik, onu dedik, bunu dedik, illaki önyargı oluştu bir yerlerde. Bir Ubisoft oyununun, daha doğrusu serisinin, yakaladığı güzel bir formülün suyunu son damlasına kadar sıkmasına, hatta posasını bize yedirmeye çalışmasına da çok kez tanık olduk. İlk oyun nefisti. Barındırdığı içerik o zamana kadar görülmemişti; ancak o hepimizin rahatsız olduğu “tekrar tekrar aynı şeyleri yap” sorunsalı yüzünden o güzellik gölgede kaldı. Her şeye rağmen Altair reisi bağrımıza bastık, Desmond’ı kardeşimiz bildik. Akabinde bir efsane daha katıldı seriye: Ezio Auditore da Firenze (bu ismi artık Google Search yapmadan yazabiliyorum!) Ezio üzerine çok gidildi. Tam tamına üç oyunluk ayrı bir seri oldu bu hikaye. Derken Connor Kenway çıktı piyasaya ve böylelikle Desmond’ın hikayesi de tamamlanmış oldu. Connor’un torunu Edward Kenway’in hikayesiyle devam eden seri, büyük bir Unity rezaleti yaşadıktan sonra Syndicate’le kendini topladı ve ardından inzivaya çekildi. (Aralara serpilmiş farklı başlıkları konuya dahil etmiyorum bile)
Serinin iki büyük sorunu var benim gözümde. Birincisi, içerik sürekli gelişse de oyunun kendini tekrar eden yapısını bir türlü yıkamaması, ikincisi de her oyunun sanki Alpha aşamasında piyasaya sürülmüş gibi birer bug cenneti olması. Bu iki temel sorunun üstesinden bir tülü gelemedi Ubisoft. Dışarıdan bakıldığında her sene yeni bir oyunun hortlamasının beraberinde getirdiği sorunlardı bunlar ki Syndicate’ten sonraki yıl yeni bir Assassin’s Creed oyununun duyurulmayacağını açıkladığında, dikkatler yeniden serinin üzerine çekilmişti bile.
E3 2017’ye geri sayım başlarken, Ubisoft cephesinden de sızıntılar birbiri ardına geliyordu elbette. Sızan tüm bu bilgiler, yeni bir Assassin’s Creed’i gösteriyordu ve hatta oyuna ait kaçamak bir görsel bile çıktı piyasaya. Bekli de bu yüzden E3 2017’yi bekleyemeyen Ubisoft bombayı erkenden patlattı ve Assassin’s Creed Origins, iki yıl aradan sonra görücüye çıktı. Bu haberle birlikte belki de herkesin yediği ters köşe, hikayenin en başına, yani Brotherhood’un kuruluşuna doğru kesin bir dönüş yapmasıydı. Ve tabii antik Mısır atmosferi, tüm ihtişamıyla boy gösteriyordu.
Değişim zamanı gelmiş mi?
İşte şimdi, keskin bir yol ayrımında duruyor olmamız gerekiyor. Ubisoft’un zincirini kırarak bu yeni oyunun çıkışını bir yıl sarkıtmasıyla başlıyor aslında her şey. Hatta hazır yeri gelmişken şu detayı da es geçmeyelim; 4 yıllık bir yapım süresi var Origins’in. Yani Black Flag’in hemen ardından girmişler mevzuya ki takdir edersiniz, bir sandbox oyun için yeterli süre bu. Bundan sonrasının özeti ise, karşımızda duran oyunun hakikaten yepyeni bir oyun gibi duruyor olması. Ve tabii hal böyleyken, ortalığı biraz eşlemek gerekiyor. İlk olarak yeni hikayemize odaklanalım. Antik Mısır’da geçiyor hikayemiz. Aslında tek cümleyle özetlenebilecek bir konu bu ama yine de detaya inmem lazım.
O dillerden dillere destan olan Mısır gizeminin Assassin’s Creed hikayesiyle birleşmesinin ortaya çıkaracağı sonuçları bir düşünün. Antik Mısır sokaklarında dolaşmak bir yana dursun, piramitlerin, firavunların ve onların antik mezarlarının ortaya çıkaracağı sırları bir düşünün. Dönemin Kleopatra’nın çalkantılı dönemi olduğunu araya sıkıştıralım hatta. Sürekli bahsi geçen Brotherhood’un kökleri yatıyor bu hikayenin içinde, laf değil. Altair’in, Ezio’nun, Connor’ın, Edward’ın, Arno’nun ve hatta Eve & Jacop kardeşlerin de üyesi olduğu bir kardeşlik tarikatı…
Bu dev hikayeyle ağır bir yükün altına girmiş molan karakterimiz, yani yeni suikastçımızın ismi ise Bayek. Brotherhood’un özünü bize nasıl anlatacaklar bilmiyorum ama öyle görünüyor ki Bayek’in bunda büyük payı olacak. Dönem Kleopatra dönemi olduğu için işin ucu Roma İmparatorluğu’na kadar dayanıyor ister istemez. Haliyle Haçlı orduları, yani Templar dediğimiz şahsiyetlerde dahil oluyor ki hikayenin keskin noktalarından biri de bu. Kardeşliğin kurulma sebebinin Templar tarikatı olduğu aşikar ama yüzyıllar süren Assassin’s Creed & Templar mücadelesinin de kökleri burada atılıyor. Eh, bu çerçeveden bakınca işin ciddiyeti büyüyor haliyle, değil mi? Yani işte görünüşe göre efsanevi bir hikayenin içine atacak bizi Origins. Diğer taraftaysa yeni bir Assassin’s Creed oyunu için “inanılmaz” denebilecek değişiklikler var. Ubisoft epey geç kalmış olmasına rağmen sonunda diğer açık dünya oyunlarında esinlenmeyi başarmış. Origins’in değişimine esin kaynağı olan çok fazla detay var bu çerçevede. Mesela artık minimap olmayacak gibi görünüyor. Bunun yerine, muhtemelen Skryim’den hatırlayacağınız pusula sitemi getirilmiş. Akıllıca bir hamle zira bir açık dünya oyununu akıcılık olarak üst seviyeye taşıtan bir sistem bu. Pusula sistemini kullanacağımız harita hakkında da çok büyük iddialar var. Serinin en büyük haritaya sahip oyunu Black Flag’ın bile kat kat üzerine çıkan bir genişlikten söz ediliyor (Gördüm, kağıt üzerinde de olsa buna şahidim.- Kürşat). Aslında bu çerçevede daha önemli olan haritanın bolca yapacak şeylerle dolu olması ve Ubisoft’a bakılırsa bunları yaparken sıkılmayacak olmamız. Şahsen, bunca yıllık Assassin’s Creed tecrübeme göre bu konuda için hiçbir zaman rahat olmayacak. Umarım bu sefer kırarlar şu kendini tekrar etme zincirini.
Peki ya savaş mekanikleri?
Origins, serinin yıllardır süregelen tek düze dövüş mekaniklerine de bir el atmış. Bu sefer karşımızda Dark Souls For Honor ve The Witcher’dan esinlenilmiş olduğu açıkça belli olan bir sistem. Düşmanı karşınıza alıyorsunuz, sağa sola kaykılıyorsunuz ve fırsatını bulunca da saldırıyorsunuz. Emrimize amade bir de okumuz var ki bu konuda olabilecekleri biliyorsunuz zaten, sık öldür işte… Bu ikisinin yanı sıra, sonuçta bir Assassin olduğumuz için gizlilik tarafımız da var. Bu detaylarda çok normal bir şekilde serinin ilk oyunundan beri süregelen mekaniklerden ibaret. Yani işte düşmanı görünmeden yaklaşıp indirmek, bir saman balyasına saklanmak vs. Tabii gizlilik faktörünün içine ok kullanımını da katabilirsiniz.
Bu üç temel savaş mekaniğine ait birer yetenek ağacı da yapmışlar ama buradaki fark, olayın daha ciddiye alınmış olması. Biliyorsunuz serinin sona doğru olan oyunlarında da vardı böyle bir detay ama tamamen yüzeyseldi. Bu sefer üç temel başlıkta toplamışlar yetenekleri: Savaş, Gizlilik ve Okçuluk. Yani oyunu nasıl oynamak istiyorsanız o tarafınızı geliştireceksiniz ki muhtemelen yetenek ağaçlarını tamamını biraz uğraşırsak açabiliriz.
Büyük değişikliklerden bir diğeri de şu; silah ve mühimmat toplama tarafında da yeni bir şeyler var. Düşmanlarımızdan düşen silahlar farklı farklı kategorilere ayrılmışlar. Yine tanıdık bir mekanik eşliğinde silahları ve diğer ekipmanları kalitesine göre kategorize etmişler işte “Mavi silah iyiyse mor olanı daha iyidir!” gibisinden… Yine bir upgrade sistemi de var ki bu da silahların ve mühimmatların geliştirilebileceği anlamına geliyor. Başarılı olur mu bilemiyorum ama bu yeni sistem, bir şeyler toplamayı artık anlamlı hale getirecektir. Sonuçta loot candır, loot bizdendir.
Ve gelelim Assassin tarikatının sembolü halini almış olan kartal mevzusuna… Senu adında bir kartalımız var arkadaşlar. (Bildiğiniz organik drone.-Kürşat) Assassin’lere Eagle Vision yeteneğini veren bu kuş değilse, bileklerimi keserim. İşte Eagle Vision’ın yerini Senu alıyor bu oyunda. Mesela bir mekanı basacaksınız diyelim. Salıyorsunuz Senu’yu, ortalıkta ne var ne yok gösteriyor size. Görevinden gizli define kadar her şey… İşin enteresan tarafı, bu kartalın hareket çevresini sizin etrafınızla sınırlamamışlar. İstediğiniz yere uçabilirsiniz; yani tüm haritayı gezebilirsiniz. Bu öyle bir şey ki oyunun teknik gücünün ne kadar kuvvetli olduğunu gösteriyor. Yani asamlar olaya hakkını vermişler: Kuş dediğin özgür olur…
Kıssadan hisse…
Genel çerçevede çok güçlü görünüyor Origins. Ubisoft oyunun o görmeye alışık olduğumuz ve bir türlü çare bulunamayan hastalığı olan bug’ları, Alpha aşamasında olduklarını öne sürerek savunuyor. Origins’ın 27 Ekim’de piyasada olacağını düşünürsek, o bug’ların sebebi de ortaya çıkıyor. Bir oyun yapıyorsun, birkaç ay sonra piyasaya çıkacak ve Alpha aşamasından… Bence yine o saçmalayan fizik mekaniklerine ve tırmanış kontrollerine hazır olun.
Bu arada, oyunda at üstünde savaşma da olacak. Geçi bu detaya ait gördüklerim beni kesmedi ama olacak işte. (Mount &Blade kadar keskin bir deneyim beklemiyorsanız eğer gayet eğlenceli olduğunu söyleyebilirim-Kürşat) Ben at kardeşimizi yine oradan oraya gitmek için kullanırım. Sevmem öyle at üstünde savaşmak falan… Ayaklar yere basacak arkadaş!
Eğer Ubisoft şu bug’ları en azından rahatsız edici boyutun altına taşırsa ve kendini tekrar olayına da bir çözüm bulursa veya bulmuşsa, ben oyunun geri kalanından çok ümitliyim. Hikaye muazzam olacak, yeni mekanikler de artık kabak tadı gelmiş eski yapıdan kurtulduğumuzu gösteriyor, e koca bir antik Mısır haritasını da işin içine koyarsak… Gerçekten Origins’in beklenti yaratan çok tarafı var. Ama işte diyorum ya, Ubisoft gibi bir firmadan bahsediyoruz. Bu güzelim detayları alırlar, ellerine yüzlerine bulaştırıp önümüze sürerler diye ödüm kopuyor. Ama tabii bu saatten sonra neyse ne oynayacağız. Karşıma AC: Unity gibi bir rezalet çıkmadığı sürece ben her şeye razıyım. Ortaya oynanabilir bir oyun çıksın, sonuna kadar giderim. Şimdiye kadar böyle oldu en azından. Hatta belki 27 Ekim’den sonra olan biteni yine benden okursunuz, belli mi olur?