Güncelleme Tarihi:
"Steff kocasının öleceğini biliyor mu?"
Steffanie Strathdee'nin duymaması gereken bir soruydu bu. Ama arkadaşları kendi aralarında konuşurken duymuştu.
Bulaşıcı hastalıklar uzmanı Steffanie, koma halinde uyutulan kocası Tom Patterson'ın ağır hasta olduğunu bilse de, ölümünün beklendiğini duymak onu şoke etmişti.
"Ölüyorsa bir şey yapmam lazım. Modern tıbbın yapacağı bir şey kalmadıysa ben elimden geleni yapacağım" demiş kendi kendine.
Denenebilecek her tür antibiyotiğe dirençli bu mikrop Tom'un kanında dolaşırken doktorların yapabileceği bir şey kalmamıştı.
Steffanie, komadaki insanların etrafındaki konuşmaları duyduğuna dair bir bilgiye rastlamıştı tıp dergilerinde. Bu nedenle, yaşamak isteyip istemediğini Tom'a sormaya karar vermiş.
"Onun adına her şeye karar verip yaşamak istemediği halde zorlama hakkım olmadığını düşünüyordum. Ona sormam gerekiyordu. Eldivenli elimle elini tutup ona seslendim: 'Canım, yaşamak istiyorsan direnmen gerekiyor, doktorların yapabileceği bir şey kalmadı. Antibiyotikler işe yaramıyor. Yaşamak istiyorsan elimi sık, denemedik bir şey bırakmayacağım' dedim ona."
Biraz sonra Tom elini sıkmış. "Harika, deyip yumruğumu kaldırdım havaya. Ama sonra düşündüm. Aman tanrım, ne yapacağım şimdi? Doktor değilim, ne yapacağımı bilmiyorum."
Her ikisi de ABD'nin San Diego kentindeki California Üniversitesi'nde bilim insanı olan Steffanie ve Tom, AIDS ile ilgili araştırmaları sırasında tanışmış. Seyahati sevdikleri için birlikte 50 ülke dolaşmışlar.
Kasım 2015'te Mısır'a gitmeyi planlarken, Şarm el Şeyh'ten kalkan bir Rus uçağı terör saldırısına uğradığı için biraz düşünmüşler, ama sonunda gitmeye karar vermişler.
Muhteşem bir tatil olmuş. Gezinin son durağı olarak Krallar Vadisi'ne gitmişler. Otele döndüklerinde Tom kusmaya başlamış. Gıda zehirlenmesi sanmışlar. Bu tür durumlar için yanlarında taşıdıkları ilaçlar işe yaramamış.
Tom'un durumu giderek ağırlaşınca doktora gitmişler. Tomografi çekilince karnında futbol topu büyüklüğünde bir apse olduğu görülmüş.
Bunun üzerine Frankfurt'ta bir hastaneye nakledilmişler. Kistin, safra kesesinden düşen bir taşın safra yolunu tıkaması nedeniyle önceden oluştuğu tespit edilmiş. Bu sırada Tom komaya girmiş.
Doktorlar, acinetobacter baumanni adlı bakterinin yol açtığı bu enfeksiyonun dünyanın en ağır enfeksiyonu olduğunu ve Almanya'da bu yüzden hastanelerin kapatıldığını söylemişler.
Tom karantinaya alınmış. Babalarının durumu ağır olduğu için çocukları onu son kez görmeye Frankfurt'a gelmiş.
Steffanie, üniversitedeki mikrobiyoloji derslerinden bu bakteri hakkında bilgi sahibiymiş zaten. Ama son 20 yılda bu bakteri antibiyotiğe karşı direnç kazanmış.
Tom'u San Diego'ya nakletmeye karar vermişler. Antibiyotik etkili olmadığı ve ameliyat riskli olduğu için doktorlar, karnına birkaç hortum takıp apseyi dışarı akıtarak temizlemeye çalışmış.
Ama bu sırada çıkan bir hortum nedeniyle apse kana karışınca Tom septik şoka girmiş. Kana karışan yabancı madde nedeniyle vücudun bağışıklık sisteminin alarma geçmesiyle oluşan sepsis (kan zehirlenmesi) halinde tansiyon düşer, nabız ve nefes alıp verme hızlanır. Hastanın durumunun hızla ağırlaşmasına yol açan septik şokta ölüm oranı yüzde 50'dir.
Tom hemen yoğun bakıma alınır, suni solunum cihazına bağlanır.
"Bakteri artık Tom'un sadece karnında değil, vücudunun her tarafına yayılmıştı. Giderek durumu kötüleşiyordu" diye anlatıyor Steffanie.
İri yarı olan Tom aşırı kilo kaybetmiş, giderek ufalmış. Bu esnada sürekli halüsinasyon görüyormuş. Kısa süreliğine kendine geliyor, biraz konuşuyor, ama yataktan çıkamıyormuş.
Steffanie, Tom'un öleceğiyle ilgili konuşmaya işte o sırada kulak misafiri olmuş.
Çaresizlik içinde internette arama yaparken Ulusal Tıp Arşivi (PubMed) sitesinde bu bakteri için alternatif tedavi var mı diye bakmış. Bakteriyofaj terapisi ile ilgili bir makaleye rastlamış.
Bakterilere saldıran ve onlardan 100 kat küçük olan virüslere faj deniyor. Bunlar her yerde bulunuyor ve vücudumuza her gün 30 milyar kadar faj girip çıktığı biliniyor.
100 yıl kadar önce bakterilere karşı savaşta ilgi çeken faj araştırmaları 1928'de penisilinin bulunmasıyla bir kenara itilmiş. Sadece eski Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa'da bu araştırmalara devam edilmiş.
Steffanie, Tom'un doktoru ile birlikte Amerika Gıda ve İlaç Kurumu'na başvuruda bulunup faj tedavisi için izin almış.
Ancak Steffanie'nin trilyonlarca fajın arasından bu bakteriye karşı uygun olanını bulması gerekiyormuş.
İnternette yaptığı aramalarda ulaştığı uzmanların hiç biri fajları tedavi için kullanmasa da Texas A&M Üniversitesi'nden Dr. Ry Young laboratuvarını ona açacağını söylemiş ve dünyanın her tarafındaki faj uzmanlarından numune istemiş.
Birçok ülkeden yanıt gelmiş. Ama bir doktora öğrencisinin gönderdiği dört çeşit faj hayati önemde olmuş onlar için.
Tom bu sırada akciğer ve böbrek yetmezliği nedeniyle tümden yaşam destek ünitelerine bağlanmış. Her an ölebilir durumdaymış.
Steffanie ise işe yarayıp yaramayacağını bilmediği bir tedaviye başlamak için uğraş vermekteymiş.
"Çok korkunçtu, denemesek ölecekti zaten, ama ölümü bundan olursa ömür boyu vicdanımda bunun ağırlığını taşıyacaktım" diye anlatıyor.
İlk faj karışımı tüplerle Tom'un karnında enfeksiyona yakın bir yere enjekte edilmiş. Daha kuvvetli olan ve Amerikan Donanması tıp merkezinde geliştirilen ikinci doz ise daha tehlikeli olmakla birlikte doğrudan kana enjekte edilmiş.
Üç gün sonra Tom komadan uyanmış. "Başucumda bekleyen kızımın elini tutup öptüm. Konuşamadım, çok yorgundum, geri uyudum" diye anlatıyor o anları Tom.
Faj tedavisi başladıktan sonra Tom yeniden septik şoka girmiş. Hastanede kaldığı dokuz ay boyunca geçirdiği yedi septik şokun altıncısıymış bu.
Bakteri zamanla bu fajların bazılarına karşı da direnç geliştirir olmuş. Hangi fajın işe yaradığı tam olarak bilinemiyormuş.
Tom, dört yıl süreceği öngörülen iyileşme sürecinin üç yılını geride bıraktı. Yutkunmayı, konuşmayı, yürümeyi yeniden öğrenmesi gerekiyor. Hastalık kaslarını erittiğinden hastaneden tekerlekli sandalyeyle çıktı.
Bu süreçte Tom'un çıkardığı en önemli derslerden biri, yanında sürekli ona eşlik edecek birinin olmasının ne kadar önem taşıdığıydı. Komadayken bile etrafında olup bitenlerin uzaktan uzağa farkındaydı.
"İnsanların konuşmalarını duyuyordum, bana seslendiklerini, şarkı mırıldandıklarını, elimi tuttuklarını fark ediyordum. Dokunduklarında sanki elektrik şoku hissediyor, bana enerji geçiyormuş gibi oluyordum" diye anlatıyor.
Tom, antibiyotiğe dirençli enfeksiyon nedeniyle ABD'de damardan faj tedavisi gören ilk kişi oldu. Steffanie bu konuda ne kadar şanslı olduklarını, bağlantı sahibi olmasının büyük önem taşıdığını biliyor. Zira bu sayede kocası için uluslararası girişimlerde bulunmak mümkün olmuştu.
2017'de bakteriyofaj keşfinin 100. yılı vesilesiyle Paris'teki Pasteur Enstitüsü'nde Tom'un tedavisi örnek vaka olarak sunulmuştu. Bunun ardından yakınları antibiyotiğe karşı dirençli enfeksiyon geçirmekte olan birçok kişi faj tedavisi için Steffanie'den yardım talebinde bulunmuştu.
Bu şekilde birçok kişinin hayatının ve uzuvlarının kurtulduğunu söylüyor Steffanie.
Faj tedavisinin tıpta ana tedavi yöntemlerinden biri haline gelmesi için hala aşılması gereken bazı engeller var.
Birçok organizmaya karşı etkili olan klasik ilaçlar gibi değiller; hastada enfeksiyona yol bakteri türüyle savaşacak en uygun virüsün bulunması gerekiyor. Bu nedenle klinik deneyler çok daha karmaşık bir hal alıyor. Bugüne dek sadece birkaç tane yapılmış durumda.
Steffanie ve Tom ise en büyük faj savunucuları haline geldi. Hikayeleri 'The Perfect Predator' adıyla kitaplaştırıldı, yakında belgeseli ve Hollywood'da filmi çekilecek.
California Üniversitesi'ne bağlı İnovatif Faj Terapi ve Tedavi Merkezi'ni açtılar. Bu Kuzey Amerika'da bu alandaki ilk ve tek merkez.
Steffanie, antibiyotiğe dirençli bakteriler sorununa kısa zamanda çözüm bulunmazsa 2050'de her üç saniyede bir kişinin bu bakteriler yüzünden öleceğini söylüyor.