Tehlike çanları!

KENDİLERİNİ akvaryumdaki balığa benzeten Abdullah Gül, temel ilkelerinin dürüstlük, açıklık, sözüne, özüne güven duyulması olduğunu söylüyor.

Bugün bunlar olmadığı için Türkiye'de krizin olduğunu ekliyor. Sayın Gül, Hürriyet Gazetesi'nde yer alan söyleşisinde (12.7.2001) daha sonra aynen şöyle diyor: ‘‘Bizim, bugün için en büyük farkımız, sözü, özü ve icraatı birbirine uyacak hareket olmamız.’’

Dikkatinizi ‘‘... bugün için...’’ sözcükleri çekti mi? Demek bütün şirin görünüm, ılımlı söylemler vs. hepsi bugün için! Yarın ne olacağı ise ‘‘Kısa değil, uzun vadeli hedefler peşindeyiz. Bizler birey olarak dindar olmanın gayreti içindeyiz’’ sözleriyle açıkça kendini göstermiyor mu?

Sayın Gül, ‘‘Dinci parti olmayacağız, hatta sadece dincilerin partisi de...’’ ve ‘‘Laiklik konusunda kesinlikle takıyye yapmıyoruz’’ derken dahi takıyye yapıyor, farkında değil. Laik Türkiye Cumhuriyeti'nde herkes inancını serbestçe ortaya koymuyor mu ve devlet bütün inançlara eşit mesafede değil mi? Sayın Gül ve arkadaşları daha neyin peşindeler?

Türkiye'nin görünen görünmeyen gerçeklerini dikkate alarak, kafalarına yatan politikaların peşindeler. Bundan daha açık söylem mi olur? Bunlara hálá ‘‘Değiştiler canım. Bunlar Müslüman solcular. Dindar olacaklar ama dindar parti olmayacaklar. Türkiye gerçeklerini görüp, özeleştirilerini yapıyorlar vs.’’ diyerek iyi niyetlerle yaklaşmak, inanıvermek saflık olur, büyük hata olur.

Kendilerini ne kadar kamufle etseler, ne kadar 'güzel sözlerin alt alta sıralandığı bir program' hazırlasalar da, ‘‘inanıyoruz ki laiklik olmadan demokrasi, demokrasi olmadan da laiklik olmaz’’ deseler de, onlar değişmemişlerdir ve hálá demokrasiyi araç olarak görürler.

Adamlar, bizden gibi görünüp bizi vuracaklar. Ciddi bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Söylem ve görünümlerine kanmamalıyız. Yoska her şey çok geç olabilir!

A.Baki KARAKOL-İSTANBUL

Marabalara ne harcadı?


SİİRTLİ aşiret reisi Bedrettin Ekdi'nin oğluna yaptığı sünnet düğünüyle ilgili okurlarımızın tepkileri sürüyor.

- Teksas'tan yazan Saduman Gürbüz: ‘‘Yarabbim bu ülkeyi nereye götürüyorlar? Evet hep siyasileri yerden yere çalıyoruz ama bu şımarık reklam delisi magazin bozuntularına ne demeli acaba? Televizyonda başka seyredecek program yok; hangi kanalı açsak başka bir magazin programı. Halkın magazinci bir millet olmasına yardım eden bu programları yapan TV'ciler de suçlu bence. Dünyanın hangi ülkesinde bu denli magazin programları var, bunların bize yararı nedir? Düşünüyorum da iyi ki çocuklarımı Türkiye'de yetiştirmek zorunda değilim, aksi takdirde nasıl bir gençlik olmaya zorlanacaklarını şimdiden görebiliyorum. Çok sevdiğim ve zamanımı, ülkemi tanıtmaya adadığım 13 yılımdan sonra ülkemi böyle gördükçe kahroluyorum. Çağdaşlık bu ise ben başka bir kategoriye girmeye razıyım.’’

Siirtli M. Latif Yıldız: ‘‘Gerçekten kendisinin ifade ettiği gibi Siirt'te 70 köyün sahibiyse, o zaman aşiret reisini sorgulamak yerine, aşiret reisine boğaz tokluğuna çalışan köylülere, marabalara sormak gerekir? Değerli aşiret reisiniz, oğlu Ahmet'in sünnet düğünü için bu kadar para harcıyor; sizin Ahmet'lerin düğünü için kaç dolar, kaç lira da değil, kaç kuruş harcadı? Doğrusu merak ediyorum.’’

Af ve insan hakları


TÜRKİYE çabuk unutuyor... Bundan henüz 7 ay önce, tepkilere, Anayasa'ya ve kamuoyuna rağmen çıkartılan ‘‘Suçları Erteleme Yasası’’, Anayasa Mahkemesi'nde genişletilmek üzere yakında görüşülecek.

Ne var ki, gözden kaçan ve yine Türkiye'ye oldukça pahalıya mal olacağa benzeyen bir nokta var...

Bu yasa, yürütülmekte olan pek çok davanın askıya alınmasına yol açtı.

Sonuç olarak, bu davalarla ilgili olaylar açıklığa kavuşturulmadı.

Gerçeği bilmek her insanın doğal hakkıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu doğal hakkı dolaylı olarak engellemektedir. Sanıklar açısından da, herkesin adil bir şekilde yargılanması, insan haklarının vazgeçilmez bir unsurudur.

Her iki yönden de Türkiye Cumhuriyeti suçlu duruma düşürülmüştür. Sorumluların dikkatine. Strasbourg'daki 4500 dosya ile rekor kıran Türkiye, yeni rekorlara gebe mi?

Doç. Dr. Sedat TARDÜ-FRANSA

Mustafa Keser'den hem ders, hem şölen


MUSTAFA Keser, TRT 4'te Türk Sanat Müziği sazları ve solistlerinin eşlik ettiği dinletisini müzik ziyafetine dönüştürdü. Her zaman izlemeye alışık olduğumuz atlayıp zıplayan, mendil çevirerek oynayan Keser gitmiş, yerine Münir Nurettin Selçuk ağırbaşlılığında bir Mustafa Keser gelmişti. Kıyafeti, davranışları ve konuşması, sahne ve müzik dünyasına yeni girecek olanlara bir ders gibiydi. Ünlü besteci ve icracı Keser, TRT solistlerine dönerek hayata yeniden başlamak ister gibi ‘‘Bizim onlar gibi olma şansımız yok, ama onların bizim gibi olma şanssızlığı var’’ derken her birinin geleceğin ünlü bir solisti olacağının mesajını veriyordu. Türk Sanat Müziği'nin ciddi ve şık giyimli, biraz da kendini beğenmiş Ankara seyircisine ise bakın neler söylüyordu:

‘‘Bu akşam başka şapkamızla buradayız. Muhayyer Kürdi ve Nihavend makamları için huzurlarınızdayım. Biz bu sahnenin yabancısı değiliz ama yokluk bizleri bu sahneden ayırdı. Arkamızdan gümbür gümbür gençler geliyor. Ama genç kalanlara da selam olsun.’’

Bu sözlerden sonra hemen Sadettin Kaynak'ın Muhayyer Kürdi eseri 'Dumanlı Dağlar'ı söylemeye başladı. Mustafa Keser dinletisini, Uşşak makamındaki ‘‘Tutku’’ adlı bestesiyle noktaladı.

İşte bizim görmek, dinlemek istediğimiz Mustafa Keserbuydu. Sesine, yüreğine sağlık. TRT 4 mümkünse Mustafa Keser'i iki üç eserlik değil de bir konser boyunca bizlere yeniden izletmeli dinletmeli. Sadettin Kaynak'ı ise rahmet ve minnetle bir kez daha anıyoruz. Bizlere böylesine senfoni gibi eserler bıraktığı için... Piyasa kaygısından uzak bir Mustafa Keser'in nasıl devleştiğini geniş kitlelerin görebilmesi için, TRT normal bir saatte bir kez daha yayınlamalı bu dinletiyi...

GÜNÜN SÖZÜ


‘‘Krallıkları yoksulluk, cumhuriyetleri lüks yıkar.’’

(Montesquieu)

MESAJ


EVET Emlak Bankası da battı. Yıllar önce binlerce Türk sanatçısının gurur duyarak, hem de daha güzelini ücretsiz yapabileceği Emlakbank logosu Amerika'ya bir milyon dolar verilerek yaptırılmıştı. Bu bankanın batmasına sebep olan yüzlerce delikten birisi de bu olabilir mi?

Dr. Selim BALKANLI-İZMİR
Yazarın Tüm Yazıları