Tabular durdukça kınama lafta kalır

İSİMLERİ yazmak istemiyorum. Çünkü bu konu artık şahısların meselesi değil.

Eşini döven milletvekilinden söz ediyorum. Millete nasıl bir vekaletse bu. Laf aramızda, karısını döven millete ne yapar diye düşünmüyor da değilim.

Ama benim üzerinde durmak istediğim konu olayın "kınama" tarafıyla ilgili.

Kadından Sorumlu Bakanımız Nimet Çubukçu’nun yaklaşımını ilginç bulduğumu belirtmek istiyorum. Dünkü gazetede, Yalçın Doğan’a yaptığı açıklamada Çubukçu, bakanlığının yaptırım yetkisi olmadığını söylüyor.

Şiddete karşı mücadele planı olan yetkisi olmayan bir bakanlık. İçişleri Bakanlığı değil ki. Böyle söylüyor Çubukçu. Dayak olayını kınamayla yetiniyor.

Çubukçu’dan daha farklı bir yaklaşım beklerdim.

Çünkü kendisi kadın ve aileden sorumlu bir bakan. Konuyu partinin yetkili organlarına götürmesini, hükümetin gündemine taşımasını beklerdim örneğin.

Ama ne yazık ki, bu tavrın da gösterdiği gibi, bugün kadından sorumlu bakanlık, kadın sorunları karşısında da, bu aile içi şiddet olayında olduğu gibi yetersiz.

Örneğin, yeni ceza yasasında aile içi şiddetle ilgili maddelerdeki yaptırımların hafifletilmesi gündeme geldiğinde, "bir tokattan bir şey çıkmaz" zihniyetine karşı kıyamet kopartmıyor.

Kadın Erkek Eşitliği komisyonunun hasıraltı edilmesini, etkisiz bir alt kurulun altı haline indirilmesini mesele etmiyor.

Kadın hakları için yıllardan beri mücadele veren sivil toplum örgütlerini dinlemiyor. Kadınlarla konuşmuyor.

***

YAPTIRIM
yetkisi yok, tamam da kadın ve aileden sorumlu bakanlığın sivil toplum örgütlerini dinleyip, onlarla birlikte çalışma sorumluluğu da mı yok? Yaptırımları etkili kılacak olan bu işbirliğini keserseniz, elinizde etkisiz açıklamalar yapmaktan başka bir mekanizma kalmaz gerçekten.

Ama, hiç olmazsa Bakan Çubukçu kendi partisinin bir milletvekilini kınama cesaretini gösterdi. Hem de Hatay’da kamu ihalelerinde yolsuzluk yapıldığı iddialarını destekleyen AKP’li milletvekili Fuat Geçen’in kesin ihraç istemiyle disiplin kuruluna sevk edildiği bir dönemde.

Umarım, "namus cinayetleri" deyimini kullanmaya yanaşmayan, kadın haklarını türban hakkı ile sınırlayan AKP zihniyeti bu çıkışı görmezden gelmez, gündemine taşır da şiddete karşı ayıplamanın, kınamanın ötesinde etkili adımlar atılır.

***

ÇÜNKÜ
şiddet olaylarındaki tırmanış, kınamalarla yetinilemeyeceğini her örnekte biraz daha gözümüze sokuyor. Lise kapılarında başlayan, kampuslere yayılan, gazetecileri, gazeteleri, siyasi parti merkezlerini hedef alan şiddete karşı mücadeleyi kınamalarla geçiştiremeyiz.

Toplumsal şiddetle baş etme siyasi sorumluluk meselesiyse, herkesten önce en sorumlu konumdakiler kendileri gibi düşünmeyene öfkelenmenin, itham ve tehdit üslubunun da şiddeti beslediği, cesaretlendirdiğini fark etmeliler. Maalesef başbakanımızın üslubu da bu kategoriye giriyor.

Cumhuriyet Gazetesi’ne karşı girişilen saldırıyı, gazeteci arkadaşımız Metin Uca’nın bıçaklanmasını kınıyoruz. Tamam da, şiddetin nedenini anlamadan ve tartışmadan, kınamalar ile bir yere varamayız.

Kulağı küpeli gençlere, mini etekli kızlara, parti binalarına, gazetelere, gazetecilere, etnik farklılıkları bahane edip dükkanlara yönelen şiddetin altında ne olduğunu araştırdığımızda karşımıza hep aynı şey çıkıyor.

Tabularımız, putlarımız, kendi doğrularımız.

Bunların konuşulur, sorgulanabilir, reddedilebilir olduğunu öğrenmeden şiddete karşı etkili mücadele mümkün değil.

Milletvekili karısını döver, kınarız; Fanatik gazeteciye saldırır, kınarız; Terörist Cumhuriyet Gazetesi’ne bomba koyar, kınarız ama şiddet, lafta kalmış kınamaları bir müsamaha gibi değerlendirip yoluna devam eder.
Yazarın Tüm Yazıları