Suudi kadın gazeteci

İSLAM Konferansı Örgütü’nün Cidde’deki basın merkezi tahminimin üzerinde kalabalık. Çeşitli Arap ülkelerinden gazeteciler Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ı soru yağmuruna tutuyorlar.

Sudan’da Arap Birliği Zirvesi, ertesi günü Darfur’da bölgesel hükümet ve kampları ziyaret, ardından Cidde. Cuma günü yoğun programın son durağındayız.

Akıcı bir İngilizce konuşan Suudi Arabistanlı kadın gazeteci, söze "Bir sorum bir de yorumum olacak" diye başlıyor.

Ben önce, onun ve diğer gazetecilerin sorularını ve yanıtları aktarmak istiyorum. Suudi kadın gazetecinin yorumunu sona bırakıyorum.

"Hamas İsrail’i tanımamaya devam ederse, sizin tutumunuzda İsrail’e ya da Hamas’a karşı bir değişiklik olacak mı?"

Başbakan’ın yanıtı dikkat çekici. Ankara’da Hamas liderine "İsrail’i tanıması" telkininin yapıldığı açıklanmış olmasına rağmen Başbakan, açıkça "Hamas İsrail’i tanımalıdır" demiyor.

"Her iki taraf da birbirini tanımalıdır" diyor.

Erdoğan, sorunun masada çözüleceği üzerinde duruyor, bombaların çözüm olmadığını tekrarlıyor ama Hamas’ı FKÖ ile bir tutuyor. İsrail ile Hamas’a eşit mesafede duruyor.

Hamas’ın Arap Birliği Zirvesi’ne çeşitli bahaneler uydurularak çağrılmamış olması dikkate alındığında Türkiye Başbakanı’nın tutumu Arap’tan daha Arap.

*

BİR
başka gazeteci soruyor. "Komşu ülkelerinize gösterdiğiniz dayanışmayı İran’a da gösterecek misiniz?" Başbakanımızın yanıtı: "Eğer İran nükleer enerjiyi insani amaçlı kullanacaksa bir şey demiyoruz. Ama nükleer silah geliştirilmesini tasvip etmiyoruz. Fakat bölgemizde ve dünyada kimsenin nükleer silah sahibi olmasını tasvip etmiyoruz. Ortadoğu’da hiçbir ülkenin kitle imha silahı bulundurmasını hoş görmüyoruz. Siz nükleer silah sahibiyseniz İran’ın ona sahip olmasına karşı çıkmanızın anlamı kalmaz. Şu anda nükleer silahın İran’da bulunmasını istemeyen çevrelerde de bu silahın olmaması lazım."

Başbakanın İsrail’i kastettiğini herkes anlıyor.

Ben de bütün ülkelerin silahsızlanması gerektiğini düşünüyorum ama benim düşüncelerim, düne kadar İsrail’in silahları konusunda yüksek sesle herhangi bir tavır almamış olan Türkiye’nin resmi duruşuna uymuyor.

Bu çok doğal. Ama bu pozisyonu savunan başbakan olunca durum biraz farklılaşıyor. Türkiye’nin resmi politikası mı değişti sorusu takılıyor insanın aklına. Birkaç gün önce Dışişleri Bakanımızdan da İsrail’in nükleer silah sahibi olmasına karşı açıklama gelmesi bu duruşu pekiştiriyor. Birçok Arap ülkesi bile İran olayında böyle bir denklem ortaya atmaktan geri duruyor.

*

AKP son zamanlarda rotasını, Müslüman ve Arap ülkelere ve bunların en Batı karşıtı kanadına doğru ayarlıyormuş izlenimi veriyor.

Bunun en önemli nedeni Kıbrıs. Avrupa Birliği’nin Kıbrıs konusunda bu yıl sonunda Türkiye’ye yeni tavizler için baskı yapacağı sır değil. Limanların açılması konusu ilerleme raporunda yer alacak. Hükümet ise artık bir santim bile adım atmak istemiyor. Başbakan Erdoğan bunu her fırsatta yineliyor.

AKP için, Avrupa ile müzakerelere başlama kararının çıkmış olması yeterli. Üyelik için hiçbir siyasi riski göze almak istemiyor hükümet.

Arap dünyası ile ilişkileri geliştirmek, bunun için söylem değiştirmek ve Müslüman kardeşliğini ön plana çıkartmak hükümetin "B" planı arayışını yansıtıyor.

Körfez ve Arap sermayesinin bu kadar kararlı biçimde peşine düşülmesinin nedeni de bu.

Avrupa hedefinin bulanmasının ekonomide yol açacağı sonuçları telafi etmek.

*

SUUDİ
kadın gazetecinin yorumuna gelince; "Sizin ülkenizde kadınların sahip olduğu haklar, siyasette ve hayatın her alanında yer alıyor olmaları bizim için çok önemli. Türkiye’ye saygımı sunmak istiyorum."

Türkiye’nin bölgesindeki etkinliğinin Arap popülizmiyle değil ancak A planı ile devam edebileceği bundan daha çarpıcı biçimde nasıl anlatılabilir ki?
Yazarın Tüm Yazıları