Güncelleme Tarihi:
Edip Akbayram'ı çeyrek asır önce ‘‘Altın Mikrofon’’ yarışmasında tanıdığımda bir ‘‘Garip’’ Gaziantep delikanlısıydı. Sürekli gülümseyen yüzü, içten
saygısı ve Tom Miks saçları hálá gözümün önünde. Bütün sanat yıllarına tanığımdır ki, Edip çok çile çekti, çok çalıştı, yılmadı, ödün vermedi ve sonunda anasının ak sütü gibi helal bir şöhreti yakaladı.
Onun içindir ki 50 yaşında 30'uncu kasetini yayınlamaya hazırlanıyor bugünlerde. Edip'in yüzündeki derin kırışıklıklara, saçındaki ak tellere iyi bakın, onun yorgun ama onurlu geçmişini göreceksiniz.
Moda'daki evinde Edip Akbayram'la ortak anılarımızı tazelerken, sevgili eşi Ayten'le kızı Türkü çoğu zaman kahkalara boğuldular, biraz da hüzünlendiler. Siz de aramıza katılmak istemez misiniz?
-Yener ağabey, son dört yıldır Türkiye'de sanat, kültür adına çok büyük bir yozluk yaşanıyor. Herkes ‘‘Ben first class'ım’’ diyor. Benim klasım filan yok, onun kararını halk verir. Hayatım boyunca işimi severek, saygı duyarak yaptım, şarkılarımı bu toplum için söyledim. Kendi ülkemin kurumu TRT beni gençliğimin en güzel döneminde 10 sene yasakladı. Aldırma Gönül'ü, Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz'ı yasakladı. Ben bu şarkıları bugün yine söylüyorum, değişen tek şey benim beyaz saçlarım.
ÜLKEMİ SEVİYORUM
Ben ülkemi seviyorum, kavgamı ülkemde vermeyi seviyorum. Bu şarkıları 78'de söyledim, günümüzde yine eşkiyalar, kara paracılar, çeteler var. Birileri güzelliği, hoşgörüyü, hakkı olmayan parayı götürüyor. Ben aynaya baktığım zaman mutlu ve onurlu bir insan görüyorum. Saçlarımın her beyaz teli benim için bir gurur. Para benim için bir yaşama aracı. Eğer parayı sevseydim yıllar önce çok farklı çizgilerde, çok farklı konumlarda korkunç derecede paralar kazanırdım. Bugün 50 yaşımda yine dizi film, reklam teklifleri geliyor, hiçbirini ciddiye almıyorum. Zaten bu ülkenini en büyük eksikliği, kimsenin kendi işini yapmaması. Mankenden şarkıcı, şarkıcıdan fabrikatör, türkücüden talk-show'cu olabiliyor. Bence sanatçı tek bir işle uğraşarak başarıyı yakalar. Ben geldiğim yeri, bulunduğum konumu içimde doya doya hissediyorum.
HİÇ SİLAHIM OLMADI
Edip'in bir özelliği de yıllardır yurtiçi ve yurdışındaki dayanışma konserlerinin aranılan yıldızı olmasıdır. Bir başka deyişle para verilmeyen konserler.
- Çok haklısın Yener ağabeyciğim, hayatım hep dayanışma içinde geçti. Dayanışma çift taraflı olur ama, galiba hep bana dayandılar. Ben kimsenin sırtına basmadım, kimsenin hakkını yemedim. Halk beni nerede görmek istediyse o meydanlarda olmaya çalıştım. 12 Eylül'de İzmir Fuarı'nda çalışıyordum, darbenin ertesi günü beni solcu, komünist gördükleri için işime son verdiler. Başka bir gelirimiz olmadığı için ailemle sıfır kaldık. 1985'e kadarki beş yıl süresince oğlum Ozan'a süt alamayacak günler yaşadık, ev kiramızı ödeyemedik. Nişan yüzüklerimizi satıp geçinmeye çalıştık. O zaman büyük paralarla teklif edilen arabesk müzik yapma tekliflerini reddettim.
Biz Türkiye'de siyasetin en acımasız dönemlerini yaşadık. Sabahtan evimden çıktığım zaman Ayten'le öpüşür, ‘‘İnşallah akşama görüşürüz’’ dedikten sonra kaplumbağa VW'mize bomba konup konmadığına bakardık. Hayatımda ne korumam oldu, ne de silah taşıdım. Ben inandığım doğruda gidiyorum, hiç kimseye bir zararım olmadı. Bir şey olursa o da yazgıdır, demirden korkan trene binmez. Bakıyorum, bugün genç popçu arkadaşlarımız bir düzine bodyguard'la dolaşıyorlar...
29 Aralıkta 50'nci yaşını ailesiyle kutlayacak Edip Akbayram, mütevazi evinde. O gece eşine, çocuklarına yine aydınlık şarkılarını söyleyecek. Gelecekleri de aydınlık olsun.
Solculuğu Celal ağbimden öğrendim
Bizim Edip gerçekten komünist olmuş muydu?
- Yener ağabey, keşke komünist olabilsek ama, olunamaz ki. Komünizm paylaşmaktır, komün hayatı yaşamaktır. Bunu dünyada hiçbir ülke becerememiş. Ben kendimi iyi bir solcu, iyi bir devrimci olarak tanımlıyorum. Devrimcilikten Atatürk devrimlerini, araştırıcı insanlığı, yenilikçiliği anlıyorum. Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Celal Doğan liseden ağabeyimdir. Biz ortaokuldayken onlar lisedeydiler. Celal ağabey o zaman da tam siyasetin içindeydi. Sol felsefeyi, Nazım Hikmet'i ondan ve arkadaşlarından öğrendim. Kendi türümde müzikte devrim yaptığıma da inanıyorum. Ben hiçbir zaman karamsar olmadım, hep aydınlığı yakalayacağımıza inandım, inanıyorum. Bu kadar gencin olduğu bu ülke hiçbir zaman karanlığa gitmez.
Çocukken hep doktor olmayı hayal ederdim
Bir yaşımda çocuk felcine yakalanmışım. Çocukluğumdaki en büyük düşüm doktor olup, sakat ayağımı tedavi ettirmekti. İlkokula başladığımda halam beni sırtında sınıfa getirir, sırama oturturdu. Derste tuvaletim geldiğinde ise öğretmenin kucaklayıp götürürdü. Orta 1'e kadar yürüyemedim, hep böyle kucakta gittim, geldim. Ortaokulda bana kalçadan ortopedik demir ayak taktılar. Bunu ancak iki sene kadar ancak kullanabildim, çünkü özgürlüğümü çok kısıtlıyordu. O yıllarda bunu kompleks yapmıştım, kız arkadaşlarımla konuşamazdım. Ama, kişiliğim geliştikçe bu durumumun bir ayıp olmadığının farkına vardım. Kendi kendime ‘‘Ya görme özürlü olsaydım, güzel bir çiçeği göremeseydim? Buna da çok şükür’’ dedim. Sonra müzisyen oldum, sahnelere çıktım, alkış almaya başladım. Benim yaptığım işi çoğu sağlıklı insan yapamıyordu, bunun benim için bir kazanç olduğunu anladım. Hiç unutmam, Altın Mikrofon'u kazandıktan sonra organizatör Zeki Tükel'e gidip iş istemiştim. Rahmetli bana şöyle bir bakıp ‘‘Senin gibi fiziği bozuklara bizim piyasada iş olmaz’’ dedi. Öyle ağırıma gitmişti ki.