Güncelleme Tarihi:
Gülçin Erdiş engelli olmasına rağmen uçuyor, dalıyor, ata biniyor, kano ve kayak yapıyor.
Anaokulunda müdür yardımcısı
Onun için üretken olmak, her şeyden daha önemli. Kaza nedeniyle yardım kalan lise öğrenimini, dışarıdan bitirmesi bu yüzden. Hiç gerekmediği halde biçki dikiş kursuna gidişi, sandalyesinde otururken site gençlerine voleybol öğretmesi hep bu yüzden. Gülçin, tüm sosyalliğine karşın sekiz yıldır Demirli Çocuk Yuvası Müdür Yardımcılığı görevini de başarıyla sürdürüyor. ‘‘Bu görevi almam hiç kolay olmadı’’ diye anlatıyor.
‘‘30 yıldır Kadıköy'lüyüz. Kadıköy Belediyesi'nden iş istedim. Örnek sakat olmam gerek diyordum. Bana santralde bir iş verdiler. Protesto ettim, gitmedim. Başkan Selami Bey, beni çağırdı. 'Hem iş istedin, hem de gitmiyorsun' dedi. Ben de çocuk yuvasında çalışmak istediğimi söyledim. '3-6 yaş arası çocuklara sakatı tanıtabilirim. Onlara bu bilinci kazandırabilirim' dedim. 'Tamam o zaman Göztepe'deki çocuk yuvasında çalış' dedi. 'Olmaz, orası mimari olarak bir sakat için uygun değil' dedim bu sefer de. Yeni açılacak olan Demirli Çocuk Yuvası'nı yani burayı istediğimi söyledim. Güldü. 'Tamam' dedi.’’
Sekiz yıldır küçük afacanların arasında. Hayatından çok memnun. Kadıköy'e hizmetleri bu kadarla da kalmamış. Türkiye Sakatlar Derneği'nin Kadıköy Şube kuruluşuna da imza atmış. Üç dönemdir Gülçin başkan.
Ölüdeniz'in Babadağ Tepesi'nden aşağı süzülen, o. Kızıldeniz'de pembe- beyaz mercanlar arasından geçen, o. Uludağ yamaçlarında fırtına gibi kayan yine o. Ayrıca bir anaokulunda müdür yardımcısı. Gülçin, sınır tanımıyor. Üstelik, tüm bunları yaparken bacaklarını hiç kullanmıyor.
Norveç'ten sakat kayakçılar geleceğini öğrendiği an, yerinde duramadı. Daha önce nasıl olmuş da aklına gelmemişti. Demek ki sakatlar da kayabilirdi.
30 yaşındaki Gülçin Erdiş, belden aşağısının tutmamasına aldırmadan, sporun her türünü deniyor. Hatta denemekle kalmıyor, her birinde profesyonelleşiyor. Bacağı tutanlardan daha fazla risk alıyor hayatta. Ve nasıl yapıyorsa yapıyor, savaşı hep o kazanıyor. Her şey sakat gibi yaşamaya çalışırken oldu. 'Bacaklarım tutmuyorsa neden istediklerimden, hayallerimden vazgeçmek zorundayım ki' diye kendi kendine sordu. Gazetede 'Dalmak özgürlüktür' diye bir yazı okudu. Ve toplumun üzerinde yarattığı baskıya aldırmadan, haberde adı geçen dalış hocasına telefon açtı.
‘‘Sene 98'di. Dalış Hocası Ercan Tutal, 'Dalmak için yüzme bilmek bile gerekmiyor' deyince, 'Tamam o zaman' dedim. İlk dalışımı Kaş'ta gerçekleştirdim. Denizaltında bulduğum dinginlik beni kendine aşık etti. Şubat ayında Kızıldeniz'de daldım. Başka hiçbir yerde o güzellikte mercanlar göreceğimi sanmıyorum.’’
Yürüyemiyor olabilirdi, ama işte dalıyordu. O halde tutmayan bacaklar ona nasıl engel olabilirdi ki? Ölüdeniz kumsalında bir köşede otururken, göklere takıldı gözü. Yamaç paraşütçüleri önce Babadağ Tepesi'nden bırakıyorlardı kendilerini. Sonra mavi gökyüzünde süzülüveriyorlardı.
'Uçmak nasıl bir duygu acaba' diye düşündü bu kez. İki saat sonra Ölüdeniz'i kuşbakışı seyrediyordu.
‘‘Yamaç paraşütü yapanların hepsinin bacakları sağlıklıydı. Ama uçarken kimse bacaklarını kullanmıyordu. O halde sorunum neydi? Yanımda uçuş hocasıyla bıraktım kendimi göklere.’’
Dalıyor, uçuyordu. 'Fazla bile' demedi. Uluslararası Lions Sakatlar Gençlik Kampı'na gittiği Norveç'te, sakatlara engel tanımayan bir kültürle karşılaştığında da, sonuna kadar kullandı hakkını. Ata bindi, dans etti, hatta kano kullandı. Hep mutluydu, hep özgür, hep kendi gibi. Peki sırada ne vardı?
‘‘Bir sohbet esnasında Norveç'ten sakat kayakçıların geleceğini duydum. Çok şaşırmıştım. Gerekli bağlantılarla, bir tane fazla kayak takımı getirmelerini sağladım. 21 Mart 2001'de Uludağ'daydım. Grup, gösteri amaçlı gelmişti. İki gün içinde kaymayı öğrettiler. Kayarken damarlarımdan kanın fışkırdığını hissettim.’’
Yaptıklarının sakat olmak ya da olmamakla ilgisi olmadığını söylüyor. ‘‘Sakat olmayan biri, bu sporlardan zevk almayabilir. Yapmayabilir. Ben istedim ve yaptım. Hepsi bu’’ diyor. Atatürk Kültür Merkezi'nde dans gösterisine çıkan o, bu yaz rafting yapacak olan o. Hala da sınır çizmiyor kendine. Hayat felsefesi de bunun kanıtı zaten. 'Zor olanı yaparım. İmkansız zaman alır.' İşte Gülçin.
Demirperde’yi araladı
İlk olarak Haydarpaşa Numune Hastanesi'ne götürdüler onu. 11 gün orada kaldı. Ardından Kartal Rehabilitasyon'a gönderildi. Ama teneffüs ettiği olumsuz hava, onun gerisin geri evine dönmesine neden oldu.
‘‘Hastanede sırtımda bir çıkıntı oluştuğunu hissettim. Canım yanıyordu. Doktoruma bildirdim. Bana 'Sen hele bir yürü de.. Yürüyebildikten sonra, sırtın kambur olsa ne yazar' dedi. Şoke oldum. 'Bu moralin çok daha fazlasını evde kendi kendime verebilirim' diye düşündüm. Ve hastaneden ayrıldım. ’’
Bir sene boyunca evde sürdürdü tedavisini. Sonra bir gün psikoloğu ona yazar Server Tanilli'nin Rusya'da aldığı tedaviden bahsetti.
Maddi durumları çok iyi değildi ama sınırları ve imkanlarını zorlamak Gülçin'in yaradılışında vardı.
‘‘Konsoloslukla, oradaki hastaneyle yazışmalara başladım. Sonra iş öyle bir hale geldi ki, o zamanki SSCB'nin davetlisi olarak hastanede tedavi görmeme karar verildi. Moskova'ya gittim. Tek başıma. 67 No'lu hastanede iki ay kaldım. Bana moral olarak çok yardımcı oldular. Ama uyguladıkları fizyoterapi sırasında bacağım kırılmış, haberim yok. Baktım bende geri gitmeler de oldu, ülkeme döndüm. ’’
Ülkesine döndü ama 1,5 yıl sonra yeniden Moskova yolu göründü.
Tekrar gittiğinde oradaki Türk hastalara tercümanlık yapacak kadar ilerlemişti Rusçası. Ama ülkesi onu bekliyordu ve 'Yüzeceksin, yüzmelisin' öğütleriyle yeniden döndü Türkiye'ye.
Sandalyem hızıma yetişemiyor
İki tekerlekli sandalyesiyle onu caddelerde görenler, 'Dikkat, hız sınırını aşacaksın' diye uyarıyorlar. Jet gibi gidiyor yollarda, 'Sandalyem, benim hızıma erişemiyor' diyor. Sandalye, tüm sakatlar için olduğu gibi onun için de problem kaynağı. Sık sık taksi şoförleriyle tartışmak zorunda kalıyor bu uğurda. ‘‘Daha hafif, katlandığında arabaya sığabilen sandalyeler de var. Benimki onlardan değil. Her sene değiştirmek zorunda kaldığım bu model bir sandalye için bile, aylarca maaşımdan para biriktirmem gerekiyor. Şimdilik daha iyisini sadece hayal ediyorum. Norveç'in de aralarında bulunduğu birçok Avrupa ülkesinde sandalyeleri devlet sağlıyor. Ve verdiği kalitedeki sandalyeler dört sene kullanılabiliyor.’’