Yeni meme kanseri terapisi çok başarılı

Güncelleme Tarihi:

Yeni meme kanseri terapisi çok başarılı
Oluşturulma Tarihi: Haziran 03, 2002 14:43

Kemoterapinin sıcaklık işlemiyle kombine edilmesiyle elde edilen yeni bir tedavi yöntemi, ilk klinik deneylerde oldukça başarılı sonuçlar verdi.

Amerikan Kanser Tedavi Birliği’nin yıllık konferansında konuşan Kimberley Blackwell (Duke Kanser Merkezi), araştırmaya katılan 21 hastanın tümünde kanserin durduğunu, %50’sinde tümörün küçüldüğünü ya da tamamen yok olduğunu bildirdi.

Tedavi sırasında hastalara lipozom olarak adlandırılan minik yağ kürecikleri içinde hücre öldürücü bir ilaç verilmiş. Ayrıca kanserli meme düzenli aralıklarla radyo dalgalarıyla da ısıtılmış. ‘Isıtılmış tümör dokusundaki yağ kürecikleri çözüldüklerinde ilaç, hedefteki kanser hücrelerini etkisi altına aldı’ diye açıklıyor durumu Blackwell. Ancak benzer sonuçların bildik yöntemlerle de elde edilebildiğini savunan Berlin Charite hastanesinden Peter Wust, tedavinin geleneksel yöntemlerden daha başarılı olduğunun da kanıtlanması gerektiği kanısında.


Yarım beyinle

iki lisan


Yedi yaşındaki bir Türk kız çocuğunu muayene eden Rotterdam Üniversite Kliniği doktorları hayretler içinde kaldılar: Bademcik iltihabı tedavisi gören küçük hastanın, sol beyin yarısı yoktu. Fakat küçük kız buna rağmen iki dil birden konuşuyordu (Türkçe ve Flamanca).

Eksikliğin nedenini araştıran doktorlar, büyük beynin önemli bir bölümünün ameliyatla alındığını öğrendiler. Boşluk o zamandan beri omurilik sıvısıyla dolmuştu.

Ameliyat küçük kızın üç yaşında ‘Rasmussen sendromuna’ yakalanması nedeniyle gerekli görülmüştü. Bu iltihaplı hastalık sırasında beynin bir yarısı yavaş yavaş dağılmaya başlar ki bu da kramp ve kasıl sarsılmayı beraberinde getirir. Ve hastalıklı beyin yarısı sonunda rahatsız edici bir fazlalık haline dönüşür.

Rasmussen çocukları konuşamaz ve bedenlerinin yarısında el ve ayak kontrolünü yitirirler. Bu yüzden hastalar için yarım beyinle yaşamak çoğunlukla daha iyidir. Hollandalı Rasmussen çocuğu da beyin ameliyatından sonra sağ beden yarısının kontrolünü yitirmiş ve sınırlı bir görüş açısına sahip. Fakat buna rağmen yine de tamamen normal bir yaşam sürüyor üstelik aynı anda iki dili de mükemmel konuşabiliyor. Bilim adamlarına göre konuşma merkezinin sol beyin yarısıyla birlikte alınmasından sonra sağ beyin yarısı kelimeleri öğrenme yetisini devraldı.


Neden uyumak zorundayız?

Bu soruyu yanıtlamaya çalışan San Diego Nöroloji Bilimleri Enstitüsü bilim adamları, iki yıllık araştırmaları sırasında inceledikleri iki gen ile uyuma sürecini açıklayabileceklerine inanıyorlar. Paul Shaw ve ekibi sirke sineğindeki uyku sürecinin memeli hayvanlarınkine Ğen azından genlerin etkinleştiği safhaya kadarĞ benzediğini bulmuşlar. Sinekler de tıpkı memeliler gibi uykusuz kaldıklarında ölüyorlar.

Sineklerde uykunun yaşamsal önem taşıdığını bulan bilim adamları uyku sırasında önemli roller üstlenen iki gen saptamışlar. Genler alındığında ya da işlevleri azaltıldığında sinekler sadece birkaç saat uykusuzluktan sonra ölüyorlar. Sirke sineğinde bulunan genlerin benzerleri insanda da bulunuyor. Genlerden biri iç saatimizin kontrolünde önemli bir rol oynamakta. İç saatimiz her şeyden önce ne zaman uyanacağımızı ve ne zaman uyumamız gerektiği konusunda uyaran sinyaller gönderir. Saptanan diğer gen ise bedenimizi stresten koruyor.

Buluş, gece vardiyası, Jetlag ya da diğer uyku bozuklukları hakkında açıklama getiriyor. Shaw ve ekibi şimdi bu genlerin ne zaman etkinleştiklerini ve uykusuzluğa bağlı ölümlerde ne şekilde etkili olduklarını araştıracak.


Timsahlarda yeni bir duyu organı keşfedildi


Timsahlar geceleri avlarını gözleri ya da kulaklarıyla değil altçeneleriyle tanıyor. Çünkü bilim adamları bu bölgede şimdiye dek bilinmeyen ve sudaki en ufak kıpırtıları bile algılayan basınç reseptörlerinden oluşan bir duyu organı keşfettiler. Maryland Üniversitesi’nden Daphne Soares, buluşuyla ilgili bilgileri Nature dergisinde yayımladı. Gece avlanan timsahlar bedenlerinin yarısıyla suya dalarak avlarını bekler. Gece karanlığında bile en küçük bir akıntıya tepki göstererek avlarına doğru yönlenmelerinin nedenini anlamak isteyen Soares, küçük timsahlarla bir deney gerçekleştirdi. İşitme yetisi ortadan kalktığında bile timsahlar aynı tepkiyi gösteriyorlardı.

Ancak araştırmacı altçenelerinde kıllarla kaplı bir deri çıkıntısının üzerini kapadığında timsahlar yapay olarak üretilen dalgaları hissetmemişler. Ayrıntılı incelemeler sonucunda ise bu deri çıkıntısının basıncı duyumsama organı olduğu anlaşılmış. Aynı zamanda haberleşmede de önemli bir rol oynadığı sanılan duyu organı tüm timsah türlerinde bulunmakta.


Kaptanınız sizleri izliyor, korkmayın!


Airbus uçaklarında koltukların üzerindeki ışık sistemlerine gizli kameralar yerleştirmeyi tasarlıyor. Bu uygulamayla ekibin yolculara göz kulak olması ve hava korsanlarını eyleme geçmeden sapdaması amaçlanıyor. Kameralar karanlıkta da işlev görecek.

Bu, 11 Eylül’de İkiz Kulelere saldırıdan sonra uçağa binmekten korkanların güvenini kazanmak amacıyla başlatılan girişimin bir parçası. Prag’da yapılan hava teknolojisi konferansı sırasında, uçuş korkuları giderilmeye çalışılan 4000 denekten üçte biri, tek korkularının 11 Eylül sendromu olduğuna dikkat çekti.

Uçak endüstrisi iyi tanıtım ve güven vererek yolcuların uçağa binme korkusunun büyük ölçüde giderilebileceğine inanıyor. Amerikan hava teknoloji şirketi Goodrich ile ortak bir çalışma içinde olan Airbus en iyi stratejinin yolcuların gizli kameralarla izlendiklerini bilmeleri olduğunu düşünüyor.

Şirketin kabin güvenlik uzmanı Rolf Gödecke, her bir koltuğun üzerindeki lambaya, kızılaltı LED’lerle çevrelenmiş, minik bir kamera yerleştirmeyi planladıklarını belirtiyor. Genelde normal ışıkla çalışan kameralar kabin ışıkları söndüğünde kızılaltı ışınlardan yararlanacak. Kameralarla yakalanan siyah-beyaz görüntüler kablolar aracılığıyla kokpite ulaştırılacak. Kameralar lambaların yalnızca bir bölümüne yerleştirilecek, ama olası teröristler hangilerinde kamera olduğunu bilemeyecekler.

Airbus’un tüm yeni uçaklarında uyguladığı bir başka sistem de, kokpit kapısının arkasında kalan alanı denetleyecek. Yeni kurallara göre kokpit kapıları uçuş güvertesindeki ekibin korunması amacıyla güçlendiriliyor. Ancak, kimi durumlarda kokpitin kapısı yine de açılmak zorunda olduğundan, Airbus kapının çevresine, görüntüleri kokpitteki bir ekrana yansıtacak, geniş açılı üç kamera yerleştiriyor. Böylece, hava korsanının kıstırılabileceğine inanılıyor.


Kuşlarda büyük göz


Kızılgerdan kuşu, mavi baştankaradan bir saat önce şakımaya başlıyor. Nature dergisinde yayımlanan bir haberde bunun nedeni şöyle açıklandı: Kızılgerdan daha büyük gözlere sahip olduğu için alacakaranlıkta da düşmanlarını görebiliyor.

Kuşlardaki göz boyutunun sabahları daha erken uyanmayla ilintili olduğunu Bristol Üniversitesi ornitologlarından Robent Thomas, Avrupa’da yaşayan 60 kuş türünü inceleyerek buldu. Kuşların gözleri ne kadar büyükse düşmanlarını görmek ve yem aramak için o kadar daha az ışığa ihtiyaç duyuyorlar. Büyük gözlü kuşlar sabahın çok erken saatlerinden itibaren ötmeye başlayarak karşı cinsteki kuşları kendilerine çekiyor ve rakiplerini yuvadan kovmaya çalışıyorlar. Ve dolayısıyla da daha az uyuyorlar.


Soya

zararlı mı?

Soya fasulyesi, kısa zamanda dünyada kalp hastalıklarından kemik erimesine birçok hastalığa iyi geldiği gerekçesiyle çok tüketilen ‘son derece sağlıklı bir besin’ oldu. Soya tüketmenin hiçbir zararı olmadığını ileri süren araştırmalara karşılık, şimdi, soyada bulunan genistein adlı bir kimyasal maddenin farelerde timüs bezinin küçülmesine ve bağışıklık sisteminin zayıflamasına yol açtığını gösteren araştırmalar var.

Bebeklerin de %15’i soyalı mama yiyor. Bu mamaların uzun erimde zararlı bir etki yaptığı saptanmadı. Soya fasulyesi östrojene benzeyen isoflavon açısından zengin bir besin. Östrojen alıcıları, çocuklarda bağışıklık sistemini geliştirmekte önemli bir rol oynayan timüs bezinde de bulunduğundan, araştırmacılar son yıllarda soyayı bir de bu açıdan incelediler.

Urbana-Champaign’de Illinois Üniversitesi’nden gelişim biyoloğu Paul Cooke ve arkadaşları, farelere soyada en yaygın bulunan isoflavon maddesi genistein verdiler. Farelerin timus bezinin %20 oranında küçüldüğü görüldü. Ayrıca kandaki antikorların sayısı yarıya indi. Araştırma sonucu Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinin 21 Mayıs tarihli internet sayısında yayımlandı. Bilim adamları ‘ailelerin paniğe kapılmasına gerek yok. Her şeyden önce bu araştırma insanlar üzerinde değil, fareler üzerinde yapıldı. Ama yine de araştırma sonuçlarının yeni araştırmalarla doğrulanması gerekiyor’ düşüncesinde.


Yeni alerji terapisi hayvanlarda başarılı oldu

ABD Ulusal Alerji ve Enfeksiyon Hastalıkları Enstitüsü’nden (NIAID) Anthony S. Fauci, genleri değişikliğe uğratılmış bir molekülle, farelerin bağışıklık sistemindeki anahtar hücreleri iptal ederek alerjik reaksiyonu önledi. Yeni GE2 molekülü bağışıklık sisteminde alerji reaksiyonunda önemli rol oynayan iki hücre tipini birleştiriyor: Alerjik kişilerde bu hücreler polen ya da ev tozu gibi zararsız maddelere, bağışıklık sistemini harekete geçirerek reaksiyon gösteriyorlar. Bu reaksiyon karşısında alerjik semptomlardan sorumlu olan Histamin salgılanmakta.

NIAID uzmanları alerjik reaksiyonu uyaran veya frenleyen bu iki hücre tipini otomobilin fren ve gaz pedalına benzetiyorlar. GE2 molekülü iki hücre tipini birleştirerek histamin salgısını önlemekte.



Soluktaki ekşi koku astım belirtisi

Yunanlı araştırmacılar soluktaki yoğun kokunun astıma ve akciğerlerdeki bakterilere işaret ettiğini buldular. Akciğerlerdeki iltihaplanmalar sırasında soluk ekşimsi kokuyor. Soluktaki asit miktarını gösteren bir pH testiyle klinik deneylerde 90 deneğin astım hastalıkları ve bronşlarındaki bakteriler hakkında doğru sonuçlar elde edilmiş.




Dünya neden Venüs olmuyor?

Venüs’te bundan üç ila dört milyar yıl önce hızla yükselen sera etkisi, gezegendeki suyun tamamen buharlaşmasına ve sıcaklığın 482 dereceye yükselmesine yol açmıştı. Oysa Dünya denizlerindeki sıcaklığın hiçbir zaman 30,5 dereceyi aşmaması, bugüne kadar Dünyayı, Venüs’ün yazgısından korudu.

Bu olayı anlamaya çalışan NASA bilim adamları şimdi Avustralya’nın kuzeydoğusundaki (batı Pasifik) sıcak su bölgesini inceliyorlar. ‘Warm pool’ olarak bilinen bu bölge Dünya’da yükselen sera etkisinin özelliklerini gösteren tek bölge. Denizlerdeki su sıcaklığının 27 dereceye çıkması bile atmosfere tehlikeli oranda su buharı ulaşmasına neden olur. Ve kızılötesi ışınların uzaya yansımasını engelleyen su buharı en etkili sera gazlarından biridir. Bu da denizlerin daha fazla ısınmasına ve dolayısıyla da daha çok suyun buharlaşmasına yol açar. İşte bu sürecin aslında zincirleme bir reaksiyonu ve hızla yükselen sera etkisini doğurması gerekiyordu. Batı Pasifik’teki ‘sıcak bölge’ (‘warm pool’) tam da bu fenomenin ana belirtisini göstermesine rağmen Dünya’da önemli bir gelişme yaşanmıyor. Oysa suyun ısınmasıyla birlikte, normalde sıcaklığın uzaydan geri yansıması gerekirdi. Bu sürecin neden işlemediğini Richard Young (NASA Ames Research Center), fazladan oluşan sıcaklık enerjisinin denizlerdeki akıntılar ve hava akımıyla ‘sıcak bölgeden’ taşındığına bağlıyor: ‘Yüksek enerji akımını bilgisayarda tasarlayabilirsek, Dünya’daki deniz sularındaki sıcaklığın ne şekilde engellendiğini bulabiliriz.’

NASA’nın Earth Observing System uydularından Mart 2000 ve Temmuz 2001 yıllarında alınan verileri inceleyen araştırmacılar, "sıcak bölge’nin dokuz kilometre üzerindeki ortalama nem oranının %70’e kadar çıkabildiğini görmüşler. Su sıcaklığının ‘sıcak bölgedekinden’ sadece birkaç derece düşük olduğu komşu bölgelerdeki nem oranı ise sadece %20’yi buluyordu. Bilim adamları komşu bölgelerin, sera etkisindeki artışı engellediklerini düşünüyorlar.


Kemikleri güçlendiren gen bulundu

İlginç bir Amerikalı keşfedildi! Aile yüzerken suyun üzerinde kalmakta bocalıyor. Ailenin fertleri kemik kırılmasının ne olduğunu bile bilmiyor. Yale Üniversitesi bilim adamları sağlam kemik yapısından sorumlu olan ender bir gen mutasyonu buldular. Diğer araştırmacılar daha önceleri aynı genin kırılgan bir iskelet yapısına neden olabileceğini de saptamışlardı. LRP5 olarak isimlendirilen genin osteoporoz (kemik erimesi) tedavisinde yeni olanaklar getireceği tahmin edilmekte. Araştırmayla ilgili rapor New England Journal of Medicine dergisinde yayımlandı.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!