Güncelleme Tarihi:
Kenan Vural için başka bir yüksek sadakat yelken.Kenan’la sohbetimiz sırasında 30-35 sene öncelerine gidip İstanbul deniz - kıyı yaşantısında konuşuyoruz.İstanbul hızla büyüdü ve bu büyüme,dolgularla kıyı şeridini değiştirdi.Deniz kokan bireyleri,kismende deniz yaşamı ve kültürüde durumdan fazlasıyla etkilenmişti .Başarılı müzisyen arkadaşımla kulüpte yelken kurslarına gittik .Sonraları zaman zaman müzikte yaptık, guruplar kuruldu. Müzik ve yelken Kenan için bir tutkuydu. Özel Moda öğrencilik yıllarımızda hemen söyleyeyim ki okulumuz deniz kıyısında bulunuyordu ve bizler bir şekilde kulüpten kaçırdığımız küçük teknelerimizle okula gelebiliyorduk. Denizle,yelkele yaşayan şanslı kıyı coçukları olarak büyüdük. Kenan bu anılarınla ,duygularınla, denizle ilgin nasıl başladı, neler söylersin, sizin kayığı bir anlatsan,nasıl yelkenci oldun diye sorunca bakın ünlü müzisyen ne güzel anlatı hikayesini.
‘’ Tabi ki zevkle bizden sonraki kuşakların kısmen de olsa bildiği "yazlık ev" hepimize denizi ve denizle ilgili pek çok şeyi öğretmiş ve sevdirmişti. Yetmişli yılların İstanbul'u halen sayfiye mekanları ile çevrili, denizin şimdiki gibi yanı başımızda ve fakat uzak bir hayal olmadığı bir İstanbul'du. Yüzmeyi, balık tutmayı, kürek çekmeyi ve sonraki yıllarda yelken yapmayı neredeyse bir hayat biçimi haline getirmemiz biraz da bundandır. Babamın İş Bankası'nda çalıştığı yıllar. Yazlık evimiz şimdilerde Tuzla Tersaneleri'nin ele geçirdiği Tuzla'nın Güzelyalı semtinde bir evdi. Eşin dostun teknesi ile balığa çıkılır Pavli'ye gidilir, mendirekteki deniz altı tarlasından midye ve istiridye toplanır ve afiyetle hemen orada saç üstünde kebap şeklinde yenirdi. Zaman zaman babalar işteyken tekneler kaçırılır Mercan Yuvası'ndaki Ankara Mercan Kulübü'nün kıyısına demirlenir ve bütün gün teknelerde ve denizde zaman geçirilirdi. Geceleri Merkez Bankası'nın dinlenme kampındaki yazlık sinemanın önüne kadar gelinir ve unutulmaz Türk filmleri izlenirdi. Gece vakti ses çıkarıp etrafı rahatsız etmemek için de kürek çekilirdi. En unutulmaz anlar yakamozun bolca olduğu gecelerdi. Küreklerin yardığı sudaki ve omurganın bıraktığı izleri, yakamozları seyretmek benim için gökyüzündeki samanyoluna bakmak kadar heyecan verici ve hayaller kurmamı sağlayan bir olaydı.
Bizim sandalın hikayesi ise, Günlerden bir gün babam işten eve gelip beni alıp, şehrin hiç bilmediğim uzak bir köşesine götürdü. Burası Ayvansaray denilen bir semtmiş. İçinde bulunduğumuz nokta ise her yanda ahşap teknelerin yapıldığı büyük bir imalat yeriydi. O zaman bana devasa bir yer gibi görünmüştü. Meğer babam orada bir tekne siparişi vermiş. Beş buçuk metrelik bir sandal. Ayna kıç, fırınlanmış gürgen ağacından. Çok sağlam, hafif , ince yapısı ile çok güzel bir tekneydi. Adını da rahmetli annemden almıştı: Latife. Teknenin yapımını hemen her gün oraya giderek izledik. Makbul olan mümkün olduğunca az çivi kullanmakmış. Ahşabı öylesine iyi keserle kesip biçiyorlar , birleştiriyorlar ki adeta hiç çivi kullanmaksızın.Yaz sonuna doğru teknemiz hazır olduğunda Ayvansaray'dan Güzelyelı'ya ilk seferini yaptı.Motorumuz bir dıştan takma Seagull. Beş buçuk metre bir sandal ve beş buçuk beygir gücünde bir Seagull. Uzun şaftı sayesinde lodos fırtınalarında bizi iri dalgalardan güvenle çıkardı. Anıları bir kitap dolduracak kadar taze ve zengindir.''
Peki yelkene nasıl başladın
''Balıkıtan dönmüş akşam yemeği için hazırlanırken babamın arkadaşları çoluk çocuk baskın yaptılar. Sonunda muhabbet gelip bize yani çocuklara ve kişisel gelişimlerimiz gibi konulara kilitlendi. Çocuklar o sene kış sezonunda başlayacak olan bir yelken kursuna katılacaklarmış. Kursu düzenleyen İstanbul Yelken Klübü ve kurslar üçretsiz o zamanlar,Bana da sordular ister miyim diye ve yelkencilik kariyerim başlamış oldu. Bütün kış boyunca sınıfta teknik bilgi aldık. Tek sorun baharın bir türlü gelmek bilmeyişiydi. Uzun ama zevkli bir teknik eğitimden sonra nihayet bir Mayıs günü optimistlerle denize açıldık. Yekeyi tutup, iskotayı çekerek yelkeni rüzgarla doldurup, apaz Moda Burnu'na doğru hareket ettiğim an sanki bugün gibi aklımda. Yelkene duyduğum aşkın gerçek anlamda start aldığı an odur ve ölene kadar da unutulmayacaktır.''
Bu noktada sevgisini ve emeğini bizlerden esirgemeyen ve yelkencilik hayatımızdaki önemli figür olan rahmetli Necati Öner'i hocamızı berber rahmet ve saygıyla anıyoruz.
Sonunda bahar gedi denizdesin,oradan devam edelim.ve sonrasını
''Turuncu boyalı ahşap optimistler ,ahşap makaralar,kenevir halatlar ve branda yelkenler ile geçen kursiyerlik dönemi,o zamanki malzemeler bu .Tek hayalim, sezon sonunda yapılacak olan yarışlarda dereceye girerek lisanlı bir yelken sporcusu olmak ve polyester yarış teknem olması.Dereceye girerek yarışçılığa adım attım,güzel teknemi verdiler ve yıllar boyunca kulübüm adına yarıştım. İtiraf etmek gerekirse denizde duyduğum heyecan ve o zamana göre iyi yelkencilerle aynı sınıfta yarışmak fazla bir derece yapmama engel oldu. Derece yapmak ve kupalar almak önemliydi ama en önemlisi deniz üzerinde olmaktı. İlerleyen yıllarda iki kişilik teknelerde ekip olarak yarışmaya başladık. O zaman için yaşıtlarıma oranla daha uzun boylu olmam nedeni ile hep flokçuluk yaptım. Sırası ile Cadet nam-ı değer imam kayığı ve 470 sınıflarında yarıştım. Trapez yapmak, kendini çarmık tellerine asarak teknenin dışına taşmak, balon basmak, zaman zaman dümencinden fırça yemek, kavança sırasında bumbanın acı veren tokadını kafatasında hissetmek eğlencemizin birer parçasıydı. Start hattında iyi bir yer kapmak için verilen mücadele, protesto bayrakları, fodepara düşmemek için harcanan çaba ve beş dakika bayrağı çekildiği anda pompalanan adrenalin unutamadıklarım.Sonra İbrahim Kalkış tanıştım kulüpte,Türkiye'nin başarılı ve ilk sörf yarışçılarındandı. Hafızam beni yanıltmıyorsa Mistral'in M1 adlı sörfü ile yarışmaya başlamış ve bana da sörf sınıfında yarışmam için teklifte bulunmuştu. O zaman dümensiz bir teknede yarışmak fikri biraz anlaşılmaz gelmiş ve sörfle ilgilenmemiştim. Sonraki yıllarda halen sürdürmekte olduğum rüzgar sörfü işine de başladım. Benim için hala yelkenli bir teknede olmanın verdiği hazdan uzaktır ama ne olursa olsun denizde olmak, doğayla, rüzgarın gücü ile bir noktadan diğerine varmak tarifsiz bir güzelliktir.
.Zamanında hepimizin başına bela olmuş ve halen de genç insanların başında olan üniversite seçme sınavları ve ailelerin çocukları için duydukları yoğun kariyer endişesinden nasibini almış biri olarak liseyi bitirmeme yakın yıllarda çok sevdiğim yelken sporundan zorunlu olarak ayrı kaldım. Belirtmeliyim ki bu esaretin sınavlara pozitif bir katkısı da pek olmadı.
‘’ İlk sene girdiğim üniversite sınavında başarıyla gösterdiğim başarısızlık benden çok aileme bir ders olmuştur.’’
Bizler bu işleri yaşayarak zor yoldan öğrendik. Aldığımız ders umuyorum ki kendi çocuklarımızda aynı hataları yapmamızı engelleyecektir. İki yıl sonra kulübe döndüğümde garip bir şekilde kendimi çok uzak ve yabancı hissetmiştim. Derken üniversite yılları salon sporları ve yeni arkadaşlıklarla örgütlenen hayat kulüpten ve yarışçılıktan uzak kalmama neden oldu.Yazlık hayatı devam ediyordu. Güzelyalı'da bir adet Pirat ve Snipe vardı. Hemen her gün denize çıkardık, yelkenciliği bir şekilde devam ettirdik.
Eğtim ,kariyer,müzisyenlik , neler yaptın
''Yüksek lisans için ABD ‘ye gitme fırsatı yakaladım. Kriterim denize kıyısı olan bir şehir ,uygun iklimin aklımda yelken yapmakda var. San Diego ise bu için biçilmiş kaftandı . İlk dört ay boyunca yanlarında yaşadığım ailenin Cinco di Mayo adlı bir yatı vardı ve gereken samimiyeti kurduktan sonra hemen her hafta sonu denize açılıp yelken bastık. Mission Bay 'dan, Coronada Adası'ndaki Amerikan donanmasının en büyük üslerinden birine kadar gittik. . America's Cup'ın San Diego'da düzenlendiği yıllarda okyanusa açılıp bu muhteşem yarış makinelerinin su üzerindeki inanılmaz seyirlerine tanıklık ettik. Bir gün Mission Bay'de voltalarken nerdeyse hiç esmeyen hava ile efsanevi Stars and Stripes'ın yanımızdan sadece ana yelkenle nasıl süzülüp gittiğine hayretler içinde şahit olduk. Zaman zaman katamaranlarla okyanusa yelken açıp dev dalgalarla boğuştuk.America's Cup'ın San Diego'da düzenlendiğinde katılımcı teknelerin şehre gelişleri muhteşemdi.
San Diego 'da limanda,ve kulüpte hissettiğim şu çekek yerlerinini denizci ruhu ,kokusu,yelkenli yaşam benziyordu. Raspalanan ahşaptan çıkan talaş , teknelerden gelen macun kokusu, vernik kokusu.Yelkencilerin emin, sakın ve samimi duruşu değişik değildi. O zamanlar uzak bir ülkede yirmili yaşlarının başlarında bir genç adam olan ben belki de çocukluğunda İstanbul Yelken Klübü'nde eski çekek ve mendireğinde (şimdi otopark,havuz marina ) geçirdiğim yılların, kurduğu aynı hayallerin peşinden koşmaya devam ediyordum.Tanıdığı bildiği her şeyden uzakta, o çekek yerinde, o teknelere bakarken, çocukluğuna ve kendine dair her şeye her zamankinden daha yakındım.Yelkenle iç içe geçen bir eğitimden sonra dönüşte finans kurumunda işe başladım.Bir yıl boyunca mutsuz biri olarak hayatıma devam ettim.Kadıköy'de gözüm şan bölümü sınavlarına ilişkin duyuruya takıldı.Hemen kayıt , sınava girdim. Kazandığımı öğrendiğim gün istifa ettim.Konservatuara başladım.Müzikle hep ilgiliydim.Mekanlarda bazen tek başıma bazen de iki üç kişilik küçük gruplarla müzik yapmıştım. Doksan altıda katıldığım ulusal müzik yarışmasında en iyi söz ve müzik dalında birincilik ödülüne değer görüldüm. MFÖ ile çalışmaya başladım,Fuat Güner takip eden sene içinde yapımcılığımızı üstlendi serüven gurubu olarak. Albüm için eleştirler ve yorumlar güzeldi .Pop yıllarında bu rock albümün satışı iyi olmadı .Prestijli albümler arasında yerini aldı.Bir çok grup ve şarkıcı ile çalıştım. Reklam müzikleri,besteler yaptım. Nihayet Yüksek Sadakat grubundan gelen teklifi değerlendirerek müzik kariyerimi gurupla sürdürmeye karar verdim. Geçtiğimiz üç yıl boyunca grup gitgide sevildi. Bu serüven de umuyorum müzik hayatımın sonuna dek sürecektir.
Hayatın neler getireceğini kestirmek pek mümkün değil ancak sağlık ve şartlar izin verdiği sürece en büyük tutkularım olan deniz,yelken ve müzikten sanırım sonuna kadar vazgeçmeyeceğim.Şimdilerde yatlara ekip oluyor ve rüzgar sörfü yapmaya devam ediyorum. Son okuduğum kitap doksan altı-doksan yedi senelerinde düzenlenen dünyanın en zor tek kişilik yarışı olan Vendée Globe ile ilgili. Bu tabi ki ulaşılması çok zor bir hayal ama bir gün bu yarışa katılabilmeyi çok isterimdim . Yelken tüm hayatım boyunca baglı kalacağım başka bir sadakat benim için''.Damat olmaya hazırlanan şu günlerde Kenan Vural ve ekibinin (Gelin Hanım) pruvalarının neta,rüzgarlarının kolayına,denizlerinin sakin ,kısmetlerinin açık,mutluluklarının daim olmasını dileriz.