Paylaş
FIBA BCL’nin grup safhasındaki rövanş maçları, Beşiktaş Sompo Japan’ın Stelmet Zielona Gora’ya konuk olması ile devam etti. İlk maçta 60 sayıda kalan rakip, bu maça gelene dek koçunu değiştirip (yeni koç Urleb, ülkesinde 5 şampiyonluk yaşamış bir efsanedir) kadrosunu Muric (bu maçta oynamadı), Gecevicius ve Nikola Markovic gibi nokta atışı isimlerle takviye etmişti. Bu haliyle Gora, liginde arka arkaya 4 galibiyet almış, her birinde de 90 sayı bandını aşmıştı ve istim üstündeydiler. Beşiktaş ise, Palacios’tan sonra bir diğer yeni transferi Adams’a da ilk kez forma giydirecek olmanın heyecanını yaşıyordu ama 3 maçtır Diebler yerine hayaletiyle oynadığı için (Eskişehir maçı dışında) yeniliyordu ve inişteydi. Bu maçta istediğini almak için temel zaaflarını, yani ikili oyunları savunma ve hücum ribaundu verme zaaflarını örtmesi gerekiyordu. Fakat...
Fakat, maç 99-96 Gora lehine bitti. Nasıl mı? Zaaflarımızın hiçbirini örtemediğimiz gibi, basketbolu ve takım oyununu 40 dakikanın 35’i boyunca katre kadar iyi oynayamadık, rakibin fiziksel sertlikle bizi ezip geçmesine müsaade ettik ve savunmada konsantrasyonu sağladığımız nadir dakikalarda (hepsi son iki çeyreğe tesadüf eder) da inanılmaz şanssızlıklar yaşayıp fırsatları teptik. Öyle ki, muhtemelen uzun yıllardır ilk kez ribaunt mücadelesinde aynı takım bir maçta iki kez topu yanlışlıkla kendi potasına atmıştır; onu da bu maçta biz yaptık. Ama, oraya gelene dek konuşulması gerekenler var.
Esasında maç, 11-20, yani tam da istediğimiz gibi başlamıştı. 5/7 üçlük isabeti ile oynadığımız ilk çeyreğin ilk beş dakikası, bizim için bir cennet gibiydi. Lakin, bizi tembelliğe alıştırdı. Bu kadar iyi üçlük attığımız için, boyalı alanı hatırlamaya hiç ihtiyaç duymadık ve ne Sertaç’a, ne de Palacios’a, Eskişehir maçını andıran pozisyonlar hazırlamadık. Dahası, pota altını savunmaya, veya kısalar üzerinde baskı kurmaya hiç yeltenmedik. Böylelikle, yeni Goran Jagodnik olmaya aday bir Matczak’ın benchten gelerek kattığı çift yönlü dinamizmin ve aynı ekolden bir Brock Motum olmaya namzet Mokros ve Markovic’e yenik düştük.
Üstelik, yakından tanıdığımız eski Banvit’li Dragicevic’in pota altı sertliğine ve ikili oyunlarla arkadaşlarına adeta Orlando günlerindeki Dwight Howard misali alan açma becerisine çözüm getiremediğimiz için de çareyi yine düzen dışı dış şutlarda aradık. Krizden bizi Adams çıkarsa da, çeyreği 11-0’lık bir seri yiyerek 22-20 geride kapattık.
Aynı tablo, ikinci çeyrekte de devam edince, seri 17-0’a çıktı. Özellikle (yine kendisi yerine gölgesiyle maça gelen) Diebler hariç topsuz oyun veya topsuz koşu konusunda yerinde sayan, hatta yerlerde sürünen takım, rotasyon arayışından Gora kadar fayda göremedi. Üzerine bir de her topta bir hücum ribaundu verme alışkanlığımız baş gösterince, skorda hep ev sahibi üstünlük kurdu. Veteran yıldız Kelati de, tıpkı Spurs günlerindeki Steve Kerr misali en kritik yerlerde inisiyatif alıp üçlükler yağdırdı ve temponun ve ivmenin bir an için bile bize geçmesine izin vermedi. Markovic’in post oyunları farkı açsa da, Sertaç’ın muazzam ters turnikesi ve Palacios’un ekstra üçlüğü ile, yarıyı sadece 5 sayı farkla, 49-44 geride kapattık.
İkinci yarıya savunma sertliğini bir nebze arttırma emeliyle girmemize rağmen, Zamojski ve Gecevicius’un dış isabetleri ile sarsıldık. Bilhassa Gecevicius, Kelati’nin hançer saplama görevini vardiya değişimi ile devralmış gibiydi ve bu iki ismin sadece son bitirici halka olarak oynadığı setler üreten rakibimiz, hücumda sayı bulmakta zorlanmadı. Matczak’ın bıraktığı yerden devam eden Mokros ve Dragicevic’in yokluğunu aratmayan Hrycaniuk’a, düzenli hücum kurguları veya set oyunları yerine, Strawberry, Adams ve Boatright’ın sokak basketbolu ekolü felsefesinde, kafalarına göre, düzen dışı buldukları üç sayılık isolation atışları ile karşılık verdik ve maçta tutunduk. Zaaflarımızı örtemediğimiz için, bu ekstra isabetler elbette ki maç sonu için iyi sinyaller değildi.
Nitekim son çeyrekte bizi kısa süreliğine de olsa hep Adams’ın insanüstü ama düzen dışı hücum gayretleri öne geçirdi. Bu bölümdeki savunma gayretimiz, yukarıda bahsettiğimiz türden şanssızlıklara veya Baltık hakem üçlüsünün adaletten uzak bazı düdüklerine kurban gitmeseydi, bunca kötü oyuna rağmen fırsatlardan faydalanıp maçı koparabilirdik. Bizi engelleyen, Markovic’in ribauntları domine etmesi ve Florence, Koszarek ve Zamojski’nin de kendilerinden beklenmeyecek şekilde attıkları kalp kırıcı basketler oldu. Hücum ribauntları yüzünden, bizim iyi savunmamızın ödülünü yine rakibimiz aldı. Geri dönülmez noktalardan Adams’ın Teodosic misali yana kayarak kaldırıp attığı bir üçlükle dönmeye çalışsak da, (sonlarda faul hakkımız dolmuşken faul yapmamakta inat ettiğimiz Dragicevic hariç) faul çizgisinden hata yapmayan Gora, gruptaki galibiyetlerine yenisini ekledi ve yarışın içine yeniden dahil oldu.
Biz ise, Palacios yokken, en skorerimiz olması gereken Diebler da bu kadar pasif ve formsuzken bunca zaman nasıl maçlara tutunduğumuzu merak etmekle yetindik. Mağlubiyetin baş sorumlusu, bana göre Boatright’tı. Çünkü rakip kısaların her penetresinde kolayca geçildi, her pick’n roll veya ikili oyun savunmasında pozisyon avantajını çok kolay kaybetti, switch’lerde iletişim kuramamanın ve adam paylaşamamanın, dolayısıyla da rakibe kolay sayı imkânı verilmesinin ana sebebiydi. Ayrıca iki ana top yönlendiricisinden biri olmasına karşın, pota altındaki uzunları hiç verimli kullanamadı ve takım halinde yapılan 14 top kaybının her birinde pozisyonun bir şekilde içerisindeydi. Adams ile yan yana oynadığı dakikalar bile lehimize işlemedi.
Dahası, fiziksel açıdan güvenebileceğimiz yegâne isim olan Strawberry de savunmada ve top dağıtımında hayal kırıklığı yarattı. Üzerine hemen hiç set çizmeyerek yazık ettiğimiz Weems’in de en azından Erkan kadar fırsatçı olamaması, fırsatlardan bir Jankunas kadar iyi yararlanan Palacios’u ve içeride tek başına ciğerini yırtan Sertaç’ı yalnız bıraktı. Her türlü ters eşleşmeden sayı çıkartan ve topsuz oynamayı bilip rollerini ezber etmiş zeki rol oyuncularından bir takım oyunu kurgusu ile hem hücumda hem savunmada azami verim alan Gora’ya tebrikler; Markovic ve Matczak’ı da her takıma tavsiye ederim. Beşiktaş ise, potaya gitmeme ve dış oyunculara ve de dış şutlara çok bağımlı kalma sendromunu bir an evvel aşmalı ve fiziksellikten korkmamalı. Daha da ileri gidip, 99 sayı yediğimiz ve çok kötü oynadığımız bir maçta 96 sayı atıp son saniyeye kadar oyuna tutunabildiğimiz için şükretmeliyiz, desek yeridir.
Sonuç mu? Beşiktaş %48 ile iki sayı, %56 ile üç sayı, %89 ile serbest atış kullandı, kaybetti. Gora ise, gayet normal bir %57’lik iki sayı isabetinin yanı sıra, yine normal bir üçlük yüzdesiyle (%34) ve kendi standartlarında, yani görece düşük bir faul atışı yüzdesiyle (%64) oynadı, ama kazandı. İstatistiklerin rehberliği doğru mu sizce? Eğer Gora’nın 18 hücum ribaundunu ve Beşiktaş’ın 14 top kaybını da denkleme eklersek, belki...
Paylaş