Paylaş
FIBA Şampiyonlar Ligi’nde grup safhasının 6. maçında Beşiktaş Sompo Japan, son çeyreğine 9 sayı geride girdiği maçta ev sahibi Telekom Basket Bonn’u Boatright’ın ve Weems’in inanılmaz gayretleri sonucu 74-73 mağlup ederek beşinci galibiyetini almayı başardı.
Bonn her ne kadar kendi seyircisi önünde coşup kendi standartlarının ve sezon ortalamalarının çok üzerinde oynasa da, Beşiktaş’ın artık bilinçaltına bir alışkanlıktan da öte, adeta içgüdü gibi yerleşen kazanma kültürü, Sakarya BŞB maçından sonra yine devreye girdi ve Siyah-Beyazlılar sahadan galibiyetle ayrıldı.
Şampiyonlar Ligi’ne kalabilmek için ön eleme safhasını geçtikten sonra, grup maçlarında henüz sadece tek galibiyet alabilen ve son sırada yer alan Bonn, düşüşteki grafiğini kendi seyircisinin devasa desteği ile düzeltme güdüsü ile maça çıkmıştı. Gamble ve ligimizden de tanıdığımız Mayo dışında maça damga vurabilecek çok az oyuncuya sahip olan Alman ekibi, sezonun geri kalan bölümünde tek bir karakteristik özelliği ile ön plana çıkmıştı: skor ve süre her ne olursa olsun, maçtan kopmamak.
Bir vakitler ligimizde PTT/Türk Telekom takımının Ercüment Sunter ile kurduğu bağın bir benzerini koç Krunic ile kuran Bonn, açıkça bir uzun vadeli proje takımıydı. Benchten gelen muteber sayı katkısı bir yana, genel olarak (faul çizgisi dahil) sahanın her bölgesinden görece düşük yüzdeyle oynamaları, Beşiktaş’ı maç öncesinde mutlak favori haline getiriyordu. Fakat durum, hiç de öyle olmadı.
Beşiktaş karşılaşmaya, bu sezonki hemen her maçında olduğu gibi yine çabuk ve boş üçlükler yiyerek başladı, ama ilk çeyrekte Diebler, Strawberry ve (nihayet doğru bir kılavuz eşliğinde kullandığımız) Lima ile bolca sayı üretebildiği için, savunmanın maça ısınma süreci çok sancılı geçmedi. Maçın ilk bölümünde Sertaç’tan istediğimiz katkı gelmedi (zira Sertaç kendini maçın sonunda gösterecekti); ama Lima’nın dirilişi ve hücum ribauntlarını zamanlaması ve atletizmi ile zorlayışı, takımımıza epey fayda sağladı. Boatright da genel tabloda aksamayınca, Beşiktaş tempolu geçen ilk çeyreği 30-23 önde kapattı.
Ne olduysa, ikinci çeyreğin başlaması ile oldu. Hakemlerin fiziksel oyuna ve sertliğe müsamaha göstermesi sayesinde savunma baskısını arttıran Bonn, hücumdaki isabet yüzdeleri normal seviyelere inse bile Mayo, kariyer maçlarından birini oynayan Durisic ve Gamble’ın devreye girmesi ile bir anda skoru eşitledi. Akıcı oyunlarda ikili oyunu savunamamamız, topu pota altına indirmekten kaçınmamız ve topla potaya akın etmek yerine dış şutlarda bolca ısrar etmemiz yüzünden bu çeyrekteki hücumlarımızın pek çoğu oldukça verimsiz geçti.
Günden güne her bakımdan elit bir modern uzuna dönüşen Sertaç’ın oyunda kaldığı süre boyunca sahanın her iki tarafında da üzerine düşeni yapması sayesinde, acemice yaptığımız top kayıplarımız beklenenden daha az can yaktı. Havaya girme imkânı tanıdığımız ev sahibine bir de sportmenlik dışı faul ile bedavadan sayılar elde edince, ilk yarıyı sadece 3 sayı farkla (44-41) önde tamamlayabildik. Clark’ın bir hücum ribaundunu çevirmek adına sakatlığını nüksettirme riskini göze alması da, yüreğimizi ağzımıza getirdi.
İkinci çeyreği mumla aratan bir üçüncü çeyreğin bizi beklediğinden haberimiz olsaydı, ilk yarıdaki halimize muhakkak ki şükrederdik. Sadece bu sezonun değil, muhtemelen son iki-üç sezonun en kötü çeyreğini yaşadığımız bu on dakikalık süreçte, topu içeriye indirmemek, Semih gibi bir pota altı silahını hiç oyuna sokmamak, rezalet yüzdelerle faul atmak, hücum ribauntlarını yine bol keseden hediye etmeye başlamak ve savunma konsantrasyonunda vasatı aşamamak gibi kabuslara tanık olduk. İlk çeyrekten sonra savunmada bir, hücumda da iki basit ve kritik hataya imza atan Strawberry’nin dışında bir de Diebler’ın Daçka maçına benzer bir savunma tarzı karşısında düşüşe geçmesi, bizi sadece Boatright’ın düzen dışı hücumlarının eline bakar hale getirdi. O da bir hayli aksayınca, çeyreğin ilk 4 dakikasını sayısız geçtik.
Dahası, dış atıcılarımız iyi günlerinde olmadığı için, pek çok müsait pozisyonda bomboş üçlükleri de kaçırdık ve tüm momentum, tüm ivme rakibe geçti. Savunmada periyot bitimine dek tek bir takım faulü yaptık ve fiziksel oynamayı seven, takımı ABD’li isimlerle kuşatan Alman temsilcisine karşı sertliği elden bıraktık. Normalde iyi bir hücum takımı olmayan Bonn da, giderek basketbol kültürüne alışan Alman seyircinin desteğiyle rüzgârı tümden arkasına alıp, inanılmaz sayılar atmaya başladı. Özellikle Mayo ve Durisic’in kendi kapasitelerini bile aşan işler yapmasıyla, fark Bonn lehine açıldı ve bir ara skor 46-60’ya kadar geldi.
Üstüne üstlük, periyodun bitimine son 30 saniye kalana dek sadece 2 sayı atabilmiştik; bu noktadan sonra Clark’ın penetre üzerinden ürettiği basket faul ve Weems’in büyük bir şans eseri bulduğu basket + sportmenlik dışı faul piyangosu neticesinde, periyodu 8-22’lik bir hezimetle, 52-63 geride kapattık. Özellikle Mayo’nun son anlarda Teodosic ve Heurtel misali hareketliyken dribbling üzerinden yana kayarak bulduğu panyalı üçlük çok canımızı yaktı.
Geri dönüş için bir 10 dakikamız daha vardı, ama sahadaki dağınık ve vasat görüntü hiç de o umut veren Beşiktaş’ı andırmıyordu. O kadar ki, Lima’nın ve Sertaç’ın münferit çabaları dışında sahada Beşiktaş forması giyen hiç kimse sayı atmayacak gibi duruyordu. Derken, son çeyrek başladı. Clark ve Boatright (aslında yanlış yöne saparak) bol bol düzen dışı isolation hücum denedi, ve en azından Boatright’ın çabaları sonuç verdi. Aslında, ikinci ve üçüncü çeyreğe göre düzelttiğimiz tek yönümüz, tam sahada baskılı ve sert bir savunma yapmamızdı. Genelde yanlış oynamasak bile atıcılarımız boş şutlardan yararlanamadığı için, bu, bir kumardı.
Hamlelerimize cevap veren rakibi, Weems’in âni toparlanma süreci alt üst etti. Kenan’ın biri hızlı hücumdan gelen iki turnike basketi ile topu potaya kadar sürmenin faydalarını hatırlarken, Weems’in savunmada devleşip, hücumda da maç boyu durduktan sonra en kritik yerde alev alması (ki bir tanesinde Strawberry’nin marka hareketini taklit edip yarı sahada topu çaldı ve hızlı bir sayı attı), bizi yeniden maça ortak etti.
Devamında sert savunmamızla rakibi yarı saha ve sekiz saniye ihlallerine zorlayarak, momentumu lehimize çevirdik. Boatright’ın kişisel çabasıyla bulduğu el üstü üçlükle skor 64-68’e geldi ve Lima’nın ilk seferki hatasını ikinci kez tekrarlamadan rakiplerin üstünden potaya gömdüğü smacın üstüne bir de hızlı hücumda Diebler’ın ekstra pasıyla Weems bizi 73-72 öne geçirdi. Diebler ve Boatright’ın talihsiz ıskalarından sonra, galibiyetimizi tescilleme adına Boatright’ın yarattığı bomboş üçlük fırsatını Weems değerlendiremese de, hücum ribaundunu çeken ve orta mesafe atışıyla bizi bitime 3 saniye kala 74-73 öne geçiren Boatright, rakibin Mayo ile müsait pozisyonda son toptan yararlanamaması üzerine skoru da tayin etmiş ve rolünü en iyi şekilde oynamış oldu.
Böylelikle Beşiktaş, pek çok açıdan (%49 saha içi, %33 üç sayı ve %56 serbest atış isabeti) vasatı bile zor tutturduğu bu maçta, kazanma kültürü ve artık büyük takım psikolojisi ile oynamaya başlaması sayesinde, deplasmanda çift haneli farklardan geri dönerek maçı kazanmayı başardı. Maçın kahramanları, ilk yarıyı kötü, ikinci yarıyı iyi oynayan Weems ve Boatright’tı. Sertaç ve Diebler da göz doldurdu. Böylece altıncı maçında beşinci galibiyetini alarak Nanterre ile grup liderliğini paylaşmayı sürdüren Siyah-Beyazlılar’da, bu maç özelinde şu noktalar dikkat çekti:
Koç Ufuk Sarıca’ya ve Kara Kartallar’a tebrikler. Kazanma kültürü, maçtan kopmayan bir rakibe karşı, en kötü günde bile direnebilmeyi ve ayakta kalmayı gerektirir. Ve oyuncularımız, bunu harfiyen yaparak her bakımdan herkese bir mesaj verdiler. Bu, galibiyetten daha da önemli olsa gerek...
Paylaş