Paylaş
Bu defa umudumuzu besleyen, içimizi kıpır kıpır ettiren bir maç da oldu gerçekten.
Gaziantepspor, önceki maçlardan belirgin biçimde farklı olarak, çaresizlikten ya da elinden başka bir şey gelmediğinden değil; bir disiplin ve taktiksel bütünlük içinde savunma oyunu oynadı. Bu nitelikli ve bilinçli savunma oyununun kilit oyuncuları, şüphesiz Elyasa ve Şenol’du. Hasan’ın da onlara ayak uydurduğunu söylememek eksiklik olur. Ayrıca bu savunma oyununu rakibi için tehditkar ve tedirgin edici kılan üç de atak sığdı ilk yarıya.
İkinci yarı ise, atağa çıkmak konusunda daha cesaretli bir takım vardı karşımızda. Günün ileri doğru oyunda iyilerinden Oktay’ın 47. dakikadaki şutu sanki umutlu bir yarı vadediyordu bize. İlker ise, biri savunmada biri ileride ama ikisi de coşkulu iki futbolcu gibi oynuyordu. İşte o İlker'in 63. dakikada hızla ve tehlike yaratarak ileri aktığı anda faulle durduran Mehmet’in atılışı, umutlarımızı daha da ateşledi.
Fakat tam da daha rahat ve güvenli oynamaya başlamışken, bir atak hazırlığında yakalanıp talihsiz golü yediğimiz dakika 72'idi. Bu dakikadan sonra, oyuna şekil veren şey skordu. Skora bağlı olarak, maçın başındaki oyun kurguları ve hesapları yer değiştirmişti sanki. Bu defa Gaziantepspor, gol bulmak zorundaydı; rakibi Elazığspor ise önce savunmak yapmak ve fırsatını bulursa atağa kalkmak niyetindeydi. Gaziantepspor, Yusuf ve Muhammed’le gole yaklaştığı anlar da yaşadı; ama olmadı. Artık maç bitmek üzereyken belki de sezonun en garip, en saçma golünü yedi Gaziantepspor. Orta hakemin autu işaret ettiği, Gaziantepspor savunmasının topu bırakıp ileriye yöneldiği anda yan hakem oyunu devam ettirdi ve şaşılası pozisyonda gelen ikinci gol maçı da bitirdi. Sanıyorum bu gol, internet fenomeni olmaya aday.
Maçın özeti olarak söylemeli ki; Gaziantepspor bugün yenilmeyi hiç hak etmedi.
Son olarak biri göreve başlayan teknik ekibe biri de Elazığ’a beklentisiz gelen taraftara olmak üzere iki selam göndermeli. Bir öyküyle selam olsun yeni teknik ekibe;
Çoğunluk Anadolu köyleri gibi yok yoksul bir köy. Köyün okumuş tek çocuğu var. Devlet, burs vermiş bu pırıl pırıl köylü çocuğuna. Çocuk, İngiltere’ye gidecek, kefil lazım. Çocuğun anası, kefalet imzası atmaya gelmiş ayağında kara lastik ve şalvar, başında yazma. Demiş ki memur, bu para çok, yetmez senin kefaletin. Bunu duyan bütün köy, koşmuş kefil olmaya. Yine demiş ki memur, bakın bu para çok, bu çocuk okuyamazsa kursağınızdan geçen bulgur aşınız, altına girdiğiniz damınız ve bağınız bahçeniz ve koyununuz kuzunuz yani varınız yoğunuz gider. Olsun demiş bütün köy, biz güveniriz o çocuğa.
Böylece bütün bir köyün varı yoğu, geleceği bir çocuğun omzuna yüklenip, uzak ve büyük bir ülkeye yollanmış. Sonra o çocuk okumuş, adam olmuş ve hatta Cumhuriyet’in büyük kurumlarından birine başkan, Meclisi’ne vekil olmuş. Ama hiç unutmamış o saf, içten emanetin, oturduğu her makamdan daha ağır; gittiği İngiltere’den daha büyük sorumluluğunu. Neden mi anlattım bu gerçek hikayeyi?
İşte bizim de, yeni teknik ekibin omuzlarına yüklediğimiz böylesine büyük, böylesine kutsal bir emanettir.
Selam olsun, bu şehrin çocukları Faik Demir’e ve Vedat Özsoylu’ya.
Bir kallavi selam da “dertlerin arasında yollara düşen cefakarlara”
Kuzenimin gönderdiği fotoğrafla gözlerim doluyor; bir avuç taraftar düşmüş yollara. İki milyonluk şehirden 20-30 kişi. 20-30 kişi ama; her biri iki milyon kişilik yürek, her biri iki milyon kişilik sevda. Selam olsun Hoşgör Tayfaya, selam olsun Gençlik 27’ye.
Madem bir şiirle başladı yazı, madem ki yarına umut biriktirdik bugün ve madem ki dilimizde bir şiirdir bu takımın adı, yazının sonu da Metin Altıok şiirinden olsun;
Yarın farklıdır bugünden
Adı değişir hiç olmazsa
Kara bir suyu
Geçiyoruz şimdilerde
Basarak yosunlu taşlara
Sen bugünden yarına
Birazcık umut sakla
Paylaş