Paylaş
O.M’nin başkasının Passolig’i ile sahaya girmesi de bir çok kimseyi şaşırttı. Oysa beni hiç şaşırtmadı. Talimatlar veya kanunlar, uygulayıcıların samimiyetiyle doğru orantılı olarak güçlü veya zayıf olur.
Adı ‘elektronik’ olsa da Passolig sistemi esasen ‘el yordamı’yla yürütülen bir sistem! Sistemin üç büyük iddiası vardı:
1- Karaborsa önlenecek
2- Şiddet bitecek
3- Ceza bireyselleştirilecek
- Birincisi; e-biletle birlikte karaborsa çok daha kolay yapılır hale geldi. Karaborsacı eskiden stat çevresinde, ‘arada bir müdahale etse de- polis korkusuyla gözlerini dört açmak zorunda kalıyordu. Şimdi ise, elindeki cep telefonuyla 100 liraya aldığı bileti bir tıkla bin liraya güvenli şekilde bir başkasına ‘transfer’ edebiliyor.
-İkincisi; Türkiye’de kazanmaya odaklı spor kültürü olduğundan, sadece bilet sistemini değiştirerek şiddeti bitiremezsiniz. Taraftarlar, takım şampiyonluğa veya başka bir hedefe kilitlenmişse, “Aman küfür etmiyoruz, sahaya atlamıyoruz” diyerek kendileri motive olur. Ancak ortada bir iddia kalmamışsa da “Küçüksün, yatar çıkarsın” diyerek, mutlaka bir 17’lik de bulunur...
-Üçüncüsü; güya taraftarı gözlerinden okuyan güvenlik sistemi kuruldu ve maçta kim suç işlerse tespit edilecekti. Tam manasıyla olmasa da her maçtan sonra bir kaç kişinin gözaltına alındığını haberlerden okuyoruz. Fakat, buna rağmen ‘sıra dayağı’ misali, tribün kapatmalar devam ediyor.
ÖNCE MEVTAYI DEFNETMEK LAZIM
Diğer yandan, statlarda sona ermeyen şiddetin tüm vebalini Passolig’e yüklemek de gerçek fotoğrafı görmemek demektir. Bana göre eski kombine sistemiyle de statlarda şiddete meyledenler rahatlıkla bulunup gereken cezalar verilebilirdi. Passolig’in çözüm olarak sunulmasının siyasi ve ticari nedenleri var. Kulüpler de menfaat sağladıkları için buna rıza gösterdi.
Peki bir nevi ‘e-kelepçe’ olan Passolig’e rağmen nasıl oluyor da bir taraftar saha ortasında hakem dövebiliyor?
(Aynı kişi Kadıköy’deki bir maça bıçakla girdiğini de gururla göstermiş Facebook hesabında!)
Evet, kapılardaki güvenlikçiler işlerini yapmıyor. Çünkü onlar daha kendi güvenliklerini sağlayacak profesyonellikte değil. Kapılarda e-bilet kameralarıdan ziyade, adamını içeri almak isteyenlerin bakışları daha etkili hâlâ.
Ama temel sorun adelet ve güven duygusundaki zaaftır.
Önce, Türkiye futbolunu yönetenler oyunun adil ve güvenilir olduğuna inanacak. Sonra da kamuoyunu buna ikna edecekler. Oysa ki düşme hattından şampiyonluk hattına kadar, her gün yöneticilerin birbirleri hakkındaki imalarını okuyoruz.
ÇAMUR AT, İZİ KALSIN
Sosyal medyadaki ‘taraftar hesapları’, karşılıklı olarak, aralıksız birbirlerinin o haftaki rakiplerine dair bir sürü ithamlarda bulunuyor. Buna karşın, hiç kimse ‘iddia’sını ispatlamaya davet edilmiyor. Herkesin söylediği yanına ‘çamur at, izi kalsın’ kabilinden kâr kalıyor. Bu durum, ‘psikolojik harp’ denilerek, güya anlaşılır kılınıyor!
Oyuna olan güven tesis edilip, kurallar uygulanmadıkça hiçbir göz bebeğini okuyan e-sistem şiddeti önleyemez. Yarın yine kaybetmeyi sindiremeyip, sebebini kendisi dışında arayan başka sahaya atlayanlar da rakip yöneticileri tribünden aşağı atanlar da çıkacaktır.
Futbolu yönetenler kimse artık, onların bir masa etrafında toplanıp, ‘mevta’yı defnetmesi lazım ki, yeni bir sayfa açılsın...
ATAMAN’DAN ÖZBEK’E KURTULUŞ REÇETESİ
Sezon başında Euroleague’e alınmayarak rencide edilen ve dar bir bütçeyle mücadele eden Galatasaray Basketbol Takımı, Avrupa’nın iki numaralı kupasını aldı. Galatasaray’ın basketbol şubesi, 2002 yılında basketboldan gelen başkanı Özhan Canaydın tarafından neredeyse kapatılıyordu! Şube yönetimine talip olan efsane Yalçın Granit başkanlığında bir nevi özerk bir yapı kuruldu ve yeniden ayağa kalkıldı. Bugünler o günlerin ruhunu taşıyor.
Futboldaysa Avrupa’dan men cezası almış bir şube var bugün! Basketbol takımı, aslında futbol takımına da kurtuluş reçetesi veriyor: Sevk ve idareyi işin
ehline bırak, sen şampiyonlukta poz ver sadece...
Paylaş