Paylaş
Değil ölüm, bir yaralanmaya bile sebebiyet olmayan bir kazadan sonra Kishi’nin intihar etmesi de bizi utandırmalıydı; “Biz neden böyle bir ahlaka sahip değiliz” diye.
Tamam, intihar etmeyelim fakat en azından büyük felaketlerden sonra küçük bir utanma emaresi gösterip kenara çekilme erdemine sahip olalım.
Soma’dan Ankara’ya çok sayıda toplumsal trajediler yaşadık. Birinin yıldönümü dolmadan diğeri patlak verdi.
Her defasında birisinin de çıkıp “Özür dilerim, istifa ediyorum” demesini bekledik... Ah Godot!
Biz futbola meftunlar, hayattan kaçmak için mi meşin yuvarlağın peşinde koşuyoruz?
Belki. Lakin hayattan kaçmak mümkün mü, değil.
Hatta hayat, en çok bizi futbol sahalarında ahlak sınavına çekiyor.
Ve çokça da sınıfta kalıyoruz.
Alın işte Konya’da zafer yazılan geceye bakın....
Üç gün ulusal yas ilan edilmiş insanlar için 1 dakika susamadık.
Ki orası “Ne olursan ol, gel” diyen Mevlana’nın diyarı... Yas bitmeden vicdansızlaşma başlıyor.
BİR DENİZ ÇOBAN DEĞİL
FUTBOLUN çarpıklıkları ve hastalıklarını biliyoruz.
Neyse ki yeri geldiğinde yerden yere de vuruyoruz.
Futbol, ideal olmasa da memleketin genel ahvalinden bir gıdım daha demokratik sanırım.
Öyle ya, soru sorabiliyoruz hâlâ! Kusurlarından ötürü de istifa edenlere rastlayabiliyoruz.
Ankara katliamının bir tek istifaya neden olmadığını görünce hakem Deniz Çoban’ın istifasının değeri bir kat daha artmıyor mu?
Bu memlekette bir insan çıktı ve “Hata yaptım. Özür diliyorum ve hakemliği bırakıyorum” dedi.
Şov yapmakla suçlandı. Mert Aydın’ın dediği gibi, “Allah için bizi yönetenlerden biri de şov yapsa.”
Çok şey mi istiyoruz be kardeşim...
NOBEL BİLE BİRLEŞTİREMEDİ
Trajedilerin yükünü taşımaktan daha ağır olan bir yük var ki o da ‘bu son olmayacak’ duygusunun bizi terk etmiyor olması.
Nobel kazanan biliminsanımız bile bizi bir saatliğine dahi ortak bir sevince gark edemiyor.
Ne sevinçte ne kederde artık birleşemiyoruz...
Ne zamandan beri bu ülkede ölenin ardından ‘kötü’ konuşulur olundu?
Biz her gideni ‘iyi’ bilmez miydik? Nefes almak zorlaşıyor bu linç ikliminde gün be gün...
PARiS BU DAHA BAŞLANGIÇ
MİLLİ takımın mucizesi de inandırmıyor bizi mutluluğa.
Çünkü gıdamız ‘tartışmak’ yerine ‘kavga’. Birbirimizle sürekli bir hesaplaşma halindeyiz.
Bir yenilgiyle dünyanın sonunu ilan ediyor, bir galibiyetle dünyayı biz yaratıyoruz.
Terim ve ekibini kompleksiz şekilde tebrik etmeliyiz.
Bir medya mensubu olarak geriye dönüp ilk üç maçta 1 puan alan milliler için “Yılmak yok, direnin” diye yazmış olmayı isterdim.
Biz kalem oynatanlar, futbolu yönetenlere ‘uzun vadeli yapılanma’ aklı verirken kendimiz ise, hep maç maç düşünüp manşetler atmışız.
Defalarca ıspatlanmış ‘muhteşem geri dönüşler’e rağmen, iki maç sonrasını görememişiz.
Bu ülkenin her manada sükûnete ihtiyacı var.
Ankara’da barış için katledilenlerin hatırısa hiç değilse bundan sonra toplumsal barışa vesile olsun.
Paris bileti de futbolda ‘bu daha başlangıç’ olsun.
HAKAN BALTA, VOLKAN BABACAN
FUTBOLUMUZDA bir ‘Ergün Penbe inceliği’ vardı bir zamanlar.
Ergün, futbolu bıraktı ama bir başka ‘sol ayak’ da halihazırda onun inceliğinde top sürmeye devam ediyor:
Hakan Balta.
Sessiz sakin, kimseye dalaşmadan mesleğini yapan bir ‘mahallenin şık abisi.’ Kalecinin ‘karizma’sı yüksek olmalı.
İtiraf edelim ki çoğumuz Volkan Demirel gibi bir ‘fenomen’in ardından 1 numaralı milli formayı Volkan Babacan’a biraz bol gördük.
Ancak o da bize, fazla gürültü yapmadan da kalenin iyi korunabileceğini gösterdi...
Paylaş