Paylaş
Altay on biri, Şanlıurfa GAP Stadyumu’nun çim zeminine çıkarken tribündeki ve ekran karşısındaki Altaylıların nabızları ve tansiyonları yükselmiş, akılları alınması muhtemel 3 puana kilitlenmiş, zihinleri ise sezon sonu gelmesi umulan şampiyonluk kupasının kaldırıldığı andaki coşkunun hayalleriyle süslenmişti. Zorlu ve binbir talihsizlikle koşulan şu zorlu maratonun en kolay kavşaklarında yaşanan kayıplara rağmen en kritik, en zor, en keskin denen virajlar iyi kötü başarıyla geçilmişti. Dar kadronun alternatifsiz isimlerinin yaşadığı sakatlıklara rağmen iddia devam etmiş, ensesine kadar yaklaşılan liderin yüreğine de haklı bir korku salınıvermişti. Önümüzdeki bir kaç maçın en zorlusu olacağı bilinen Şanlıurfa deplasmanından alınabilecek bir galibiyetle hem vites yükseltilecek, hem de en önemli rakiplerden biri devrilip geride bırakılacaktı.
Biz bunları düşünüyor ve hissediyorduk da, İsmet Hoca’nın aklından neler geçiyordu acaba? Atakan’ı kulübeye çekip, klasik dörtlü savunmanın önüne geçen hafta biraz denediği Murat Türkkan’lı dizilişi sahaya sürdüğüne, Muharrem Ozan’ı (muhtemelen sakatlık sebebiyle) kadroya bile koymayıp Hüsamettin’i santrafora, Ozan ve Furkan’ı da kanatlara yerleştirdiğine göre, gol yemeden oyunu idare edip hızlı kontralarla rakibi vurmayı düşündüğünü varsayabiliriz herhalde. Hoca zaten zayıflamış olan üretkenliği ve hücum gücünü daha da azaltıp savunma karakterini güçlendirerek direnci arttırmayı, en kötü beraberliği tutarak punduna getirip gol de bulursa durumu korumayı planlıyor olmalıydı. Eh, kaybetmemek için oynamak kimilerince akıllıca bir plan olarak görülebilir, ama ben bugüne kadar bu yolla büyük hedeflere ulaşan takım pek görmedim doğrusu. Olsa olsa vaziyet kurtarılır, zaman kazanılırdı bu yolla ama ya düşe kalka puanları toplayan Gümüşhane? Biz idare ederken takılır düşer, bizi bekler miydi acaba?
İlk yarım saatlik dilimde takımın işleyişi de, oyunun akışı da İsmet Hoca’nın dilediği ve beklediği şekilde oldu. Bir kaç kez hızla rakip kaleye uzanan Altay, forveti bir metre geride durup ofsayta düşmese golü de bulmuştu bile. Biz ofsayt nedeniyle sayılmayan gole dövünürken, Gümüşhane’den de Fethiye golünün haberi gelmesin mi? Amanın dostlar... Geride Murat Uslu ve Hayrettin’in pozisyon ve zamanlama hatalarıyla dolu geçen bu yarım saatin sonunda hızlı hücumda penaltıyı ve golü de bulunca, İsmet Hoca’nın da bizler gibi “bu işin olacağına” dair inancı tazelendi herhalde.
Başarmak için inanmak gerekli ama yeterli değil elbet. Öne geçmenin Altay’a yaramadığı, golün hemen ardından kendi yarı sahasına çekilen Altay ve kanatlardan özellikle Feridun ve Hüseyin Kar yönetiminde akarak kaleye gelmeye başlayan Şanlıurfa tablosunun belirivermesiyle apaçık ortaya çıktı. Bu 15 dakikalık dönemde Altay kalesini ilahlar ve bir de kaleci Egemen korudu desek yanlış olmaz. Ama uzatma anlarında dahi top yaparak oyunu kalesinden uzak tutmayı başaramayınca, Şanlıurfa penaltısından gelen gölü kalede görmek kaçınılmaz oldu. Bu dönemde özellikle orta sahanın oyundan düştüğünü, Murat Uslu ve Hayrullah’ın çok önemli hatalar yaptığını, bütün bunlara İsmet Hoca’nın iyimser bir sabırla yaklaşarak izlemede kaldığını söylememiz gerek.
İkinci yarının genel seyri anlatabilmek için yeni cümleler yazmaya gerek yok aslında. İlk yarının son çeyrek saatindeki oyun karakterinin her iki takım için de tekrarlandığını söylememiz yeterli olur. Devre arasında oyundan düştüğü belli olan orta sahanın direncini ve üretkenliğini arttıracak hamlelerin gelmesini boşuna bekledi Altaylılar. Buna rağmen Egemen ve biraz da şans sayesinde 90 dakikayı kalesinde ikinci golü görmeden tamamladı Altay. Ama hücum ve orta saha o kadar silik ve kayıptı ki, savunma hattı bir hayli yıprandı ve 4 dakikalık uzatmayı bitirecek konsantrasyonu kalmadı. Yine sağdan gelen orta ise maçı hak eden Şanlıurfa’ya galibiyet golünü getirdi.
Bu maç için, iyi mücadele edildiği halde son dakika şanssızlığı ile kaybedilmiş bir 3 puan olarak görenler olabilir. Oysa sorun çok daha büyük ve derin bana kalırsa. Kadronun yetersizliğine İsmet Hoca’nın da çaresizliği eklenmiş gibi görünüyor. Altay gibi futbol kültürü eski bir kulübün futbol takımı, 3. lige düştüğünde bile hep “oynayarak” kazanmaya çalıştı. “Mücadele etme” böyle bir kulüp için hiç bir zaman yeterli olmadı, olamaz da. Sezon başından bu yana kurgusunda çok önemli eksikleri bulunan ve bu eksikleri bir türlü tamamlanamayan bir kadro, sakatlık ve cezalarla yıprandıkça, geride kalan sağlam ayakların fedakarca ve bazen kapasitelerinin de üzerinde mücadelesi yeterli gelmeyebiliyor. Hele karşınızda türlü desteklerle takviye edilen bir rakip ve bu adaletsizliği besleyen bir futbol ortamı varsa.
Paylaş