Paylaş
Gösterdikleri vakit muhakkak bakarım. Tuttukları takıma bakmadan bakarım. Meselenin orası; takımların lehine topu oyuna geç sokmaları, yavaş hareket etmeleri ya da tersi pek ilgilendirmiyor beni. Oyun dışı.
Oyunun içine girmek için bi vaat gibi duruşları ilgilendiriyor beni daha çok. Bir gün ben de oyunun içinde olacağım halleri, bu işi çok seviyormuş halleri, ben bu topları toplamazsam bu maç oynamaz halleri.
Top toplayıcı çocuklar, galiba, en çok, bi şeyi sevip peşinde koşmayı hatırlatıyor bana. Âşık olup emek vermeyi. Hep yanında, yakınında, hatta dibinde olmak istemeyi. Bana, çocukla spor arasında, hafta sonu kurslarından ötede kurulan bi bağı hatırlatıyor.
Tüm zamanların en iyi defans oyuncularından biri olarak kabul edilen, “Rakip forvetlerin son durağı“ denilen, bir kuşağa sürekli “Ondan geçer mi o top be kardeşim, geçer mi!“ dedirten Cannavaro’nun top toplayıcılık hikayesi tam da böyledir. Hem çok sevmek hem emek vermek hikâyesi.
Fabio Cannavaro, İtalya’nın, ev sahibi olduğu 1990 Dünya Kupası maçlarında top toplayıcıdır. Âşıktır futbola, çok çalışır. On altı sene sonra, 2006 Dünya Kupası’nda İtalyan milli takımının kaptanı olarak çıkar sahaya.
Yetmez, o Dünya Kupası, futbol tarihine Cannavaro’nun ellerinde yükselen kupa fotoğrafıyla kaydedilir. Şahane hikâyedir.
Geçen akşam yine bir top toplayıcı çocuğa baktım. Fenerbahçe-Antalyaspor maçında, Nani’nin son saniye golünden sonra kıyamet koptu. Nicedir bilmiyorum passolig belası yüzünden ama hakikaten oynar yer yerinden Kadıköy’de bazen.
Tam öyle bi anda, yer yerinden oynarken, Fenerbahçe’nin hocası Pereira, kulübenin yanındaki top toplayıcı çocuğa sarıldı. Kaldılar öyle. Stad yıkıldı onlar öyle sarılıp kaldılar. Birilerinin “Şov“ dediğini duydum, “Hoca tribünlere oynuyo“ dediğini duydum, “Yalan dolan yapmacık“ dediğini duydum. Duydum ama dinlemedim.
Nerden biliyorlar, hocayı tanımıyolar, nasıl eminler yalan olduğuna bilmiyorum. Yalan da olsa razıyım ben. Çünkü birilerinin çocuklara sarıldığı, çocukların büyüdüğü, büyüyüp başarılı olduğu fotoğraflara yalan da olsa razıyım. Çünkü başka türlü katlanmak mümkün değil.
Çünkü şimdi yazının orta yerinde; çocuk, oyun, top filan derken o fotoğraf düşüverdi önüme. Bomba gibi. Tokat gibi. Çünkü dayanılır şey değil. Yollara düşmüş, denize dökülmüş, karaya vurmuş çocuk. Karaya vurmuş.
Çocuk karaya vurmuş. İnsan şunu yazarken ölse.
Çünkü hayatımız oldu bu şiir, bu şarkı:
“Yalan da olsa hoşuma gidiyor söyle
Hep kahır, hep kahır, hep kahır
Bıktım be…“
Paylaş