Topa vuran adamlar

Ne zaman canım acısa spora sığınırım ben, hayat darladıkça spora sarılır, kafamı sporla boşaltırım.

Haberin Devamı

1980 yazı, acıyı hafifletmek için spora sığınmayı öğrendiğim yazdı. Dört yaşındaydım. Hiç bir dört yaşındaki yarım akıllıya yapılmadığı gibi, bana da olan biten hakkında bir açıklama yapılmıyor, böyleyken böyle denmiyor, memleket ahvali hakkında bi şey söylenmiyordu.

Kendi kendime anlamam bekleniyordu zahir. Ben de anladım:

Her gün birileri ölüyor, birileri ölünce de birileri sessiz sessiz ağlıyordu odalarda. Sonra televizyonda; koşan, atlayan, zıplayan, yüzen, topa vuran bi takım insanlar izlenip acık iyileşiliyor, biraz ferahlanıyor, hayata devam etmeye çabalanıyordu. Buydu demek.

Ben de annemle babam gibi yaptım. 1980 yazında, geceler ve günler boyunca olimpiyatları izledik birlikte. Koşan o iki adam; Steve Ovett ve Sebastian Coe bize çok iyi geldi.

Hemen sonrasındaki günlerde, bir sabah askerler babamı kapıdan alıp gittiler. Evde hiiiç özgül ağırlığım yoktu benim, toplanıp toplanıp konuşuyorlar ama kimse beni bilgilendirme toplantılarına çağırmıyordu.

Kendi kendime anlamam bekleniyordu zahir. Ben de anladım:
Bir adam, bir sürü şeyi yasaklanmıştı, babam adamın yasakladığı şeylerden birini yapmıştı, haber alırsak iyiydi. Odalarda sessiz sessiz ağladım. Çok ağladım. Aklıma annemle babamın acıyla baş etme yöntemleri gelene kadar ağladım. Sonra rahatladım, nasıl olsa akşama televizyonda topa vuran adamlara bakar açılırdım.

Fakat “Bütün spor faaliyetleri yasaklanmıştır. Durum ve şartlara göre bilahare izin verilecektir” diyordu televizyon. Bilahare ne demekti be. O akşam, hem babamı hem futbolu elimden alan adamın suratını aklıma kazıdım.

Sonra babam döndü. Bana yine izahat veren olmadı. “Devlet kurumuna orak çekiçli bayrak asmak” diye bi suç işlemiş. Öyle duydum.

Kendi kendime anlamam gerekiyordu zahir. Bu defa anlamadım:

“Dört yaşında bi yarım akıllısın, yanlış duydun herhalde, koş babana sarıl, boş ver ne olduğunu” filan demişimdir herhalde kendi kendime. Yıllar sonra öğrendim, meğer doğru duymuşum. Kenan Evren kafası Türkiye Elektrik Kurumu logosunu orak çekice benzetmiş, derhal gereğini yapmıştı.

Yıllarca annem ve babamla çok maç, çok şampiyona, çok olimpiyat, çok koşan, atlayan, zıplayan, yüzen, topa vuran insan izledik. Marita Koch, Abebe Bikila, Mark Spitz, Carl Lewis, Edwin Moses, Olga Nazarova, Drazen Petrovic, Sergei Bubka, Gabriela Sabatini, Haile Gebrselassie, Hicham el Guerrouj, Butragueno, Careca, Maradona, Lineker, Baggio, Platini, Matthauus, Romario, Völler, Scifo, Littbarski, Hagi filan bize hep çok iyi geldi.

Hayat bizi yordukça sporda dinlendik. Kötülükten kaçmak için spora sığındık, hayat canımızı acıttıkça spora sarıldık, kafayı sporla boşalttık.

Benim babam döndü ama bazı babalar, anneler ve evlatlar dönmedi. Dönenlere hangi maçı açarsak açalım iyi gelmedi. Yaraları hiç iyileşmedi. Bu ülke bi daha iflah olmadı.

O yüzden, sakın kimse bize Kenan Evren’in arkasından “Öldü diye sevinmek olmaz”, yok efendim “Onun da yakınları var” filan diye akıl vermesin.

Bin kere ölmesi gereken adam bir kerecik ölmüş diye şampiyonluk turu atmıyoruz zaten ama sakın kimse bize Kenan Evren’in ölümüyle ilgili nasıl davranacağımızı öğretemeye kalkmasın.

Sakın.

Yazarın Tüm Yazıları