Paylaş
Esasında Kadıköy’de olması gereken maç, cumartesi gecesi pazara dönerken Allianz Park’ta oynanacak.
Fenerbahçe’nin büyük kaptanı, Aralık ayında son maçına çıktığında yazmıştım şu aşağıdaki satırları.
Şimdi bir daha, çünkü Alex son kez sahada:
İnsana tuttuğu takımı unutturan, unuttuğu takımları hatırlatan futbolcular vardır.
Alex de Souza modern zamanlarda bunu başarabilen futbolculardan biridir.
Fenerbahçe'ye geldiği yıl, İstanbulspor stoperi Yalçın'ı düğüm edip gol attığı dakikadan başlayarak, topu her ayağına aldığında ayağa fırladım.
Her duran topta kalbim çarptı.
Ama Alex’i Alex yapan sadece bu değildi.
Ben onun centilmenlik dışı hiçbir sözünü duymadım.
Arada çok sert olduğu pozisyonlar gördüm ama rakip takımlara saygıda kusur ettiğini hiç bilmem.
Ada’da Lefter’le bir araya geldiği an, Lefter’in onu alnından öptüğü an, Türkiye futbol tarihinin en şahane sahnelerinden biridir bence.
Öyle sahici. Öyle sevgi dolu.
Esasında benim Alex’le hikâyemin özeti biraz şudur: Futbolda birilerini sevmeyi çok özlemiştim, onu sevdim.
Sonra hiç kalmak istemediğim bir arada; Alex’le Aykut Hoca arasında kaldım. E zaten, futbol sevmek hep arada kalmak demekti kimileri için. Endüstri ve futbol arasında kalmışlığımız çoktu.
Daha sonrası iki sevgilinin zamansız, zorla ayrılması gibiydi. Ağlaya ağlaya ayrıldık.
Daha da sonra, geride bırakmam gereken şeyler için, kendi kendime hep Alex’in gitmiş olduğunu tekrarladım. Sigara paketini karşıma alıp “Alex bile gitti be, sen mi gitmeyeceksin!” dedim. Sigarayı böyle böyle bıraktım.
Bu satırlar yazılırken, Alex gözyaşları içinde oyundan çıktı. Son kez.
Maçtan önce sahada dev bir Fenerbahçe bayrağı dalgalandı. Tee orlarda. Vedasını sadece Portekizce değil, bir de Türkçe etti: “Teşekkür ederim futbol” dedi.
Ben de sana teşekkür ederim Alex.
Biz de sana teşekkür ederiz.
Her şey için.
Bu böyle yarım kalmayacak ama biliyorum ben, elbet bir gün buluşacağız: Godot’yu bile beklemişiz, seni mi beklemeyeceğiz!
Teşekkür ederiz.
Paylaş