Paylaş
Yılbaşı, doğum günü, bayram seyran bayılırım. Misafir gelir, ev kalabalık olur ya da kalkılır bi yerlere gidilir, muhakkak Çerkes tavuğu yapılır, geç yatmaya izin vardır, akşamdan kalanlar ertesi öğlen yenir. Çok severim ben böyle şeyleri. “Para harcansın diye canım bütün bu günler” ezberinden çok “Bir araya geldik işte ne güzel oldu” kısmıyla ilgilenirim. Çocukken de severdim hala da severim.
Anneler Günü’yle de Babalar Günü’yle de özel bir derdim yoktur. Böyle günlerin annesi babası yanında olmayanları incitiyor olabileceğini anlayarak beni pek incitmediğini söyleyebilirim. Babamın yanımda olmadığı her bir gün için ayrı ayrı incindiğimden herhalde, özel bi burukluk hissetmem. Sevgililer Günü hariç özel günlerle ilgili pek bi sıkıntım yoktur yani.
BU PAZAR YAZISI ANNELER İÇİN O YÜZDEN
Spor kültürü olmayan bir ülkede çocukları spor yapabilsin diye bütün hafta sonlarını kurs kapılarında bekleyerek geçiren anneler için.
Her Cumartesi Pazar kahvaltı sofrasını toplayamadan evden fırlayan anneler için.
Eve döndüğünde o sofrayı muhakkak bıraktığı gibi bulan anneler için.
Devletin düzgün bir spor politikası olmadığı için bi takım kursların bi takım kulüplerin bi takım yapıların, çocukları “aylık ücret” olarak gören yöneticileriyle durmadan muhatap olmak zorunda kalan anneler için.
Mesleğinin ehli olup olmadığını asla bilemediği antrenörlere çocuklarını teslim eden, ne derlerse yapan, “Hoca dedi” diye çocuklarının boğazından balık yağı akıtmaya çabalayan anneler için.
O ANNELER İÇİN ANNEM İÇİN O TEYZE İÇİN
Sekiz yaşındaydım, şampiyona vardı İstanbul’a gitmiştik annemle. O zamanların İstanbul’daki tek buz pateni pisti İstinye’de bi tesisti. Tesis dediğim, anlayın siz. Pist kare desem değil, dikdörtgen desem değil. Amorf bi şey. Boyutlarından filan hiç söz etmeyeyim. Ama bi yandan da İstanbul sosyetesi pek meraklıydı buz patenine. Çocuklarının buz pateni sevdasına yollara düşen Ankaralı memur ailelerle, yalılarından çıkıp İstinye’ye gelen ailelerin muazzam buluşması. Bi acayip dünya. Kimi arasan orda.
Ülkü Teyze’min, video kaseti durdurup durdurup Katerina Witt’in kıyafetine bakarak diktiği yarışma kıyafetimi giymiş, sıramın gelmesini bekliyodum annemle. Heyecan yüzünden, sadece ve sadece o buz gibi heyecan yüzünden, tuvalete gitmem icap etti.
Bakınız sporda buna “heyecan tuvaleti” denir. Esasında yoktur ama “ya varsa”dır. Olmadığını bile bile olma olasılığına boyun eğer gider tuvalete girersin. Ben zaten olasılık gördüm mü bi dururum. Benim için bi şeyin olma olasılığı, olmasından mühimdir. Koştum gittim tabii o acayip tesisteki kahverengi kabartma petek desenli camdan kapısı olan tuvalete.
O tuvaletin önündeki bi tomar peçete ve bi şişe kolonyanın başında oturan, temizlikten ve belli ki ailesinin hayatından sorumlu teyzenin kızı da sevmişti herhalde buz patenini. İzin vermişlerdi herhalde kenardan kenardan kaymasına. İstemişti herhalde o da yarışmalara filan katılmayı. Annesi bulmuş buluşturmuş ayarlamıştı herhalde ona da bi yarışma kıyafeti. Ama tuvalette giyinmesi gerekiyordu herhalde. Annesi ordan ayrılamıyordu herhalde. İşi vardı. İzin vermiyolardı herhalde. Herhalde o yüzden orada giydiriyordu annesi kızını, bizim gibi soyunma odalarında filan değil. Herhalde adalet de “heyecan tuvaleti” gibiydi. Esasında yoktu.
Bu yazı, çocukları spor yapsın diye ömrünü kurslarda, antrenmanlarda, yollarda geçiren sporcu annelerine. Anneme. O teyzeye.
Tanıdığım en güçlü anneye ÖYKÜ'müzün annesi Ebru Ertok'a.
Anneler gününüz kutlu olsun.
Paylaş