Paylaş
68 ve 78 kuşağı ruhunun en billurlaşmış anlatımını Sezen Aksu’nun Son Sardunyalar şarkısındaki Yelda Karataş’ın dizelerinde bulmuşumdur hep:
“Ah ne kahraman ne cesur ne güzel çocuklardık. Her yeni günü ümitle nasıl kucaklardık. Ah kaldırımlar biliyor bir devir muhteşemdik. Güz güneşinden hüzünlü ilkyazdan şendik. Hem utangaç hem hevesli mektepli sevgililerdik. Pek kırılgan pek acemi bir söyler bir gülerdik.” Bu iki kuşağın doğallıkla taşıdığı; kahramanlık, güzellik, cesaret gibi hasletlerden söz etmek çok zor şimdi. O günlerin ümidinden ve ümitli olmayı hak etmek için sokaklarda olmaktan da. Ama bana burada en çok dokunan şey mahcubiyetin yitimi. Utangaçlık yok artık. Mahcup olmak yok. Utanmak filan zaten hiç yok.
Dünya Kupası final maçından sonra, kupa Fransız oyuncuların ellerinde yükselirken o kareye uzaktan bakan Kante’yi gördüğümden beri bunu düşünüyorum. Kupaya dokunmak, yanına gitmek, eline almak için bekleyen Kante’yi düşünüyorum. Kariyerinin ilk basamaklarından beri büyük başarılarının hep baş mimarı olup da geride, gölgede, uzakta durmayı seçen mahcup Kante’yi.
N’Golo Kante 1991 yılında Paris’in kenar mahallerinde yaşayan Malili bir ailenin çocuğu olarak doğar. Futbola JS Suresnes takımında başlar, sonra Boulogne’da oynar, sonraki durağı Lique 2 takımı Caen olur. Hiçbir maç kaçırmaz, istikrar göbek adı gibidir, ne sakatlık ne performans düşüklüğü ne bi şey. Takımı Lique 1’e çıkarken başarının en büyük pay sahiplerinden biridir. Bir sonraki sezonda da takımı ligde kalmayı başarmışsa yine payın büyüğü Kante’nindir. Bu sıra dışı futbolcu Leicester City’nin futbolcu izleme ekibinin gözünden kaçmaz ve Kante’yi 2015’in Ağustos ayında transfer ederler. Bütün dünyanın gözü birden bire sürekli top çalan, deli gibi top çalan, leblebi gibi top çalan Kante’nin üzerindedir artık. Kanteli İngiliz ekibi o sezon Premier Lig kupası kaldırır. Yine katkısı, payı, başarısı çok büyüktür. Sonra Chelsea günleri başlar.
Kante, 2016’nın Mart ayında Fransa milli takımına çağrılır. Sonrasını biliyorsunuz işte. Kupaya giden yolun sessiz kahramanı. Takım arkadaşı Pogba’ya “Kante her yerde. On beş tane akciğeri var herhalde!” dedirtecek kadar güçlü, dayanıklı, istikrarlı. İnsanı çileden çıkaracak bir top hırsızı; top çalma onda, pas kesme onda ve tam zamanında tam yerinde müdahale onda, oyun disiplininden kopmamak onda, ayak basamadık yer bırakmayacak biçimde koşma onda. Büyük bir futbolcuda olması gereken her şeyi hatta fazlası var.
Ama işte Kante’nin endüstriyel futbolun ödüllerini toplaması, gazetelere son model uzay şeysi arabasının önünde çekilmiş boy boy fotoğraflarının çıkması, spor kamuoyunun sürekli kendisinden söz etmesi için gerekli olan bazı şeyleri yok.
Kante’de gösteriş yok, bencillik yok, şımarıklık yok. Ukalalık, kendini beğenmişlik, kendini öve öve bitirememe yok. Öne çıkmak için debelenmek, ha bire “ben ben” demek, şöhretin oyuncağı olmak yok. Tevazu var, mahcubiyet var, güler yüzlü bir sakinlik var. “Ben yapmadım, birlikte başardık var.” O yüzden takım arkadaşlarının da sevgilisi.
İşte o Kante, bana sorarsanız Fransa’nın kupayı almasının baş mimarı Kante, kupa töreninde kupaya koşmadı. Uzaktan baktı. Bekledi.
Rica ediyorum kupa kendisine ulaştığında çektirdiği fotoğrafa bakın. Kante’nin yüzünde hem utangaç hem hevesli mektepli bi sevgili ifadesi göreceksiniz.
Lütfen bi de çocukken çekilen, eminim yine baş mimarı olduğu bir kupaya, yine uzaktan baktığı fotoğrafa bakın. Pek kırılgan pek acemi o çocuğa iyi bakın.
Paylaş