Seviyorsak sebebi var

Şu hayatta, aslında cevapları çok basit olan ve fakat benim o cevapları vermekte çok zorlandığım üç tane soru var: “Tatlı alır mıydınız?”, “Nerelisin?” ve “Neden futbolu bu kadar çok seviyosun?”

Haberin Devamı

İlk soruyla karşı karşıya kaldığımda soruyu soran garson arkadaşla bir süre bakışırız. Ben o sırada “Limonlu çiyzkeyk lütfen, büyükçe bi dilim olsun ama, hayır incecik kesiyosunuz yediğimizden bir şey anlamıyoruz” dediğimi hayal ederim. Sonra kafamdaki bulutların arasından Canan Hoca’nın sureti belirir, başını iki yana sallamakta ve “cık cık cık” demektedir. Derhal silkinir “Hayır teşekkürler, hesabı alalım biz” derim. Ama nasıl bi emin ses tonu, nasıl bi kararlılık, nasıl bi havalar görmeniz lazım.

İkinci sorunun cevabı da basittir. Fakat ben, baba memleketini bu sorunun cevabı olarak vermek hususunda müthiş bir sıkıntı yaşarım. Söyle geç işte. Yok. Önce söylerim sonra içime sinmez. “Ama annem de şuralı” diye eklerim hemen. Ve tabii ki bu sefer anneanneme büyük ayıp ettiğimi düşünerek “Ama bu dediğim annemin babasının memleketi yanlış olmasın, annemin annesi şuralı, anneannem yani” diye sündürürüm mevzuyu. Uzattıkça uzatırım, soranı da pişman ederim ki nasıl.

Son sorunun cevabı da nettir aslında “Seviyorum işte” filan gibi bi şeyler deyip geçmek gerekir, ben geçemem bi türlü. Bu soru her sorulduğunda, her defasında o sabaha giderim.

Başka bir şey yapmak gerekse yapmazdım o sabah. Yapamazdım. Ona veda edeceğim günün sabahında başka bir şey olsa yapamazdım. Ama kalkıp Fenerbahçe bayrağı aradım. O sabah, o halde, onu takımının renkleriyle uğurlayabilmek için deli gibi bayrak aradım.

Çünkü yaşarken her şeyin üstündeydi futbol onun için, giderken de onun koyduğu yerde olsun istedim. Çünkü hayatın kirli taraflarını futbolla temizliyordu, çünkü hayatın yorduğu kafasını futbolla boşaltıyordu, çünkü futbol ona iyi geliyordu.

Sonra fark ettim ki babam, hem bana miras bıraktı futbolu, hem beni emanet etti futbola. Kendisine geldiği gibi kızına da iyi gelsin diye.

O yüzden o kadar iyi anladım ki Lorenzo Schoonbaert’i. Tuttuğu takımın maç tarihine göre ötenazi randevusu alan o adamı. Takımının maçını seyredip öyle gitmek isteyişini. Yanına kızını alışını. İstediği son şeyin futbol olmasını öyle iyi anladım ki. Öyle tanıdık ki.

Lorenzo Schoonbaert’le birlikte gördük ki Beşiktaş, kendi gibi aşkla sevilen bir takımla eşleşmiş. Gördük ki Club Brugge taraftarı da çok özel bir taraftar. Beşiktaş taraftarı gibi. çArşı gibi.

Artık aramızda olmayan, o maçtan sonra ölmeye yatan Lorenzo Schoonbaert’a “Neden” diye sormanın bir anlamı var mı. Sormayın. Gönülden sevileni aklın terazisine vurmayın. Seviyorsak bir sebebi var. Seviyorsak çok sebebi var.

İlla göster diyorsanız bir sebep, çArşı’nın Club Brugge taraftarına pankartla yolladığı başsağlığı mesajına bakın. İnceliğe bakın. İnsani hiçbir şeyi atlamamaktaki ısrarına bakın.

O pankartta futbolu neden sevdiğimiz yazıyor.

Yazarın Tüm Yazıları