Paylaş
Çekilen onca çileye, o kadar olanaksızlığa, o zor koşullara rağmen ısrarla o patenleri giymek, buza çıkmak, “kayacağım” diye tutturmak başka türlü açıklanamaz.
Artistik buz patencilerin bu ülkedeki bitmez çilesini çok yazdım. Sabahın altısında başladıkları antrenmanları, anne babalarının akıldışı çabasıyla uluslararası başarılar kazanan sporcuları, onların “Tesis yok imkân yok” cümleleriyle geçen spor hayatlarını. Aşkla bağlandıkları buz patenine devam edebilmek için verdikleri emeği çok yazdım.
Bu memleketin artistik buz patencileri buza âşıktır. Ama rahatlıkla söyleyebilirim ki bu ülkenin buz hokeycileri buza daha çok âşıktır. Buna adım gibi eminim.
Çünkü memleketin en tesissiz, en imkânsız, en üvey evlat sporu olan artistik buz pateninin üvey kardeşiydi buz hokeyi. Sen sabah altıda başlayan antrenmana sızlanırdın, hokeyciler beşte başlayan antrenmana koca çantalarını sırtlarında sürüyerek koşa koşa gelirlerdi.
Senin antrenmanın gece on birde biterdi, hokeyciler buza gece yarısı girerdi.
Seninki zarif, estetik, yok efendim sporu sanatla birleştiren yüce bir işti, onlarınki ellerinde sopalarla pak mıdır nedir onun peşinde vurdu kırdı.
O sopalarla gece yarısı aşkla hokey oynayan genç insanlar gördüm. Kızlı erkekli. Kasklı dizlikli. Bizden daha âşıktılar buza. Her şeye rağmen vazgeçmediler. Çok sevdiler.
Alp Bora’yı o gecelerden birinde tanıdım. Biz buzdan çıkarken o giriyordu antrenmana. Bir kolunda hokey çantası, diğer kolunda gitar çantası vardı. Öyle dolap filan bulamazsın. Antrenmana çıkarken yanına alır getirir buzun kenarına koyarsın çantanı mantanı.
O gitar çantasının içindekiyle ne harikalar yarattığını anlamam uzun sürmedi. Hemen arkadaş olduk. Muazzam sesi vardı. Müzikal kaliteyi filan ayırt edecek yaşta değildim ama çok belliydi. Alp başkaydı. Sesinde, müziğinde başkalık vardı.
Alp çaldı biz dinledik. Beraber büyüdük. Yıllar geçti. Ekonomi okuyordu galiba. Ama söyledim size, bu ülkede buzla ilgili bir spor yapan insan, ne istediğini, neyi sevdiğini çok iyi bilen insandır. Alp müziksiz bir yol çizemeyeceğini yolun başında anladı. Kalktı Viyana’ya gitti. “Nim Sofyan” grubunun solistiydi. Türkülere bambaşka yorumlar getirdi. Çok konser verdi, ödüller aldı. Avusturya kültür elçisi oldu. Bütün dünya tanıdı, bi tek ülkesinde layıkıyla tanınmadı.
Alp Bora, bu ülkenin hep üvey evladı olan iki şeyi sevdi. Sanat ve spor. İkisini de aşkla yaptı. Bir elinde hokey sopası, bir elinde gitarı aramızdan “sessiz sitemsiz” ayrıldı.
Bu yazıyı okuyanlardan ricam olsun, bugün her yerde Alp’in sesi olsun, açalım dinleyelim, biz dinleyelim onun ruhu şad olsun.
Paylaş