Paylaş
Evin ufak çocuğuydu. Okuyup çok büyük adam olacak, herkesi çekip kurtaracak küçük kardeşti. Fenerbahçeliler onu hep bu duygularla sevdi.
Onu sevmek başarısına hiç tanık olunmamış bi takımı tutmak gibiydi. Başarılı bulmakla, sevmek arasındaki fark gibi. Birini daha tanımadan sevmek gibi.
Mert Günok bir vaat, bir umut, bir olasılıktı. Tribünle kulübe arasında bir çocukluk aşkıydı. O yüzden yadırganmasın Fenerbahçe taraftarının, bu kadar az forma giymiş bi futbolcuyla bu kadar zor vedalaşması.
Bazı Fenerbahçeliler, çok uzun zaman, Mert kaleyi ha bugün ha yarın teslim alacak diye bekledi. O gün bi türlü gelmedi. Tribün onu hep kulübede gördü. Taraftarla bi türlü kavuşamadı. Acemi bi senaristin elinden çıkmış, dolantısı kötü kurulmuş bi filmin öyküsü gibiydi olanlar. Taraftar geldiğinde Mert olmuyordu, Mert kaledeyken taraftar gelmiyordu:
“Antalyaspor ve Manisaspor maçlarında seyirci olmadığı için taraftarlarımızla buluşamadım. Ancak bu sezon devre arasına denk gelen iç sahadaki Gençlerbirliği maçında forma şansı buldum. Ama kupadan elendiğimiz için bu maçta da seyirci sayısı oldukça azdı” demişti bir keresinde.
İstediği gibi göz göze gelemediği, şöyle bi sarılıp gönlünce gezemediği Fenerbahçe taraftarını çok sevmişti:
“Taraftarımızın önünde dolu tribünlere karşı bir maçta oynamayı iple çekiyorum” demişti. “O tribünlere bir kendimi gösterebilsem, onları ayağa kaldırabilsem”.
Kurtardığı o meşhur penaltıyla tribünleri ayağa kaldırdı, kaldırdı ama kurtardığı gollerden çok kurtarma şansı bulamadığı goller vardı. Çünkü hep kulübedeydi. Çünkü bir vaat, bir umut, bir olasılıktı. Kulübeyle tribün arasında bir çocukluk aşkıydı. Öyle de kaldı.
Mert, sen her takımda şahane oynarsın. Zaten saçının, gözünün, gönlünün rengiyle nereye gidersen git Fenerbahçe’yi yanında taşırsın. Sen Fenerbahçe taraftarının en küçük kardeşisin, hep öyle kalacaksın.
Yolun çok açık olsun.
Paylaş