Paylaş
Neyse ki Olimpiyatlarla birlikte dünyanın en şahane spor organizasyonu olan Dünya Kupası var bu yaz. Yazın en güzel tarafı. Yazın tek güzel tarafı. Bakın buradan yetkililere sesleniyorum, bu derdimizi çözsünler artık: Dört sene çok uzun süre; Avrupa Kupası her sene olsun, Dünya Kupası iki senede bir. Ne var organize oluversinler efendim; koca FIFA, koca UEFA, işlerinin adı ne.
Benim için futbolsuzluğun tek güzel tarafı var, başka sporların başka sporcularının hikâyelerini yazmama izin veren zamanlar olması. Bu gün öyle yapacağım. Sıra dışı bir sporcuyu anacağım, Mersinli Ahmet’i.
Ahmet Kireççi, 1914 yılında Mersin’in Kiremithane Mahallesi’nde doğar. Önce duvarcı ustası olan babasına yardım ederken koca koca taşları ikişer ikişer, sonra fırıncı çıraklığı yaparken yüz okkalık un çuvallarını iki kolunun altında taşıyabilen güçlü bir çocuktur. Şöyle demek elbette daha doğru; yoksulluk içinde büyüyen bütün çocuklar gibi sırtında taşıdıklarıyla mecburen güçlenen bir çocuk.
Çocuğun bu gücünü fark eden Mersin İtfaiye Komutanı Memduh Bey der ki “İstanbul’a gider misin?” “Giderim de ne yapacağım?” der Ahmet. “Güreş” der Memduh Bey. “Güreş?” diye sorar Ahmet bu defa. Memduh Bey “Pehlivanlık” diyince “Tamam o zaman! Giderim!” der.
İstanbul’daki antrenman günlerinde ünü hemen yayılmaya başlar. Artık Mersinli Ahmet’tir. On sekiz yaşında milli takıma girer, 1933 yılında Balkan Şampiyonu olur. 1936 yılında Berlin Olimpiyatları’nda aldığı üçüncülük madalyası Türkiye’nin oyunlarda kazandığı ilk madalya olarak tarihe geçer.
Bu başarısının ardından Atatürk’ün Florya’daki köşküne davet edilir, Atatürk’le şahane bir limonata içme hikâyesi vardır, ben anlatsam hakkını veremem, kendisinin anlattığı videolar var, açın izleyin derim.
Bir şahane hikâyesi de rakibini iki kere tuş yaptığı bir maçta, üçüncü tuşun yine nizami sayılmayacağı korkusuyla düdük çalmasına rağmen rakibinin üstünden kalkmama hikâyesidir. Hakem bi daha düdük çalar, Mersinli Ahmet kalkmaz. Kalk der kalkmaz. Bu defa kolundan tutarak kaldırmak ister yine kalkmaz. “Başkan kalk demeden mümkünü yok kalkmam” der. Kafile başkanı “Tamam pehlivan tamam, tuş oldu!” diye seslenince kalkmaya razı olur.
Mersinli Ahmet 1937’de Dünya üçüncüsü, 1940’ta Balkan Şampiyonu, 1948 Londra Olimpiyatları’nda Olimpiyat Şampiyonu olur. İki Olimpiyat Oyunları’nda madalya kazanan ilk Türk sporcudur artık. Bütün sahiciliğiyle bütün sempatisi ve tevazuuyla Olimpiyat Köyü’ndeki yabancı sporcuları “Hello!” diye selamladığından adı “Mr. Hello” oluverir. Dünya spor basını, bu çok sevilen sporcunun sempatikliğini günlerce haberlerine konu eder. Final maçında her branştan onlarca yabancı sporcu onu desteklemek için tribündedir. Bu sevgi çemberiyle uğurlanır, on binlerce İstanbullunun sevgi gösterisiyle karşılanır. Devrin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün önerisiyle soyadı “Mersinli” olarak değişir. İnönü, Mersin seyahatlerinde her defasında muhakkak onu ziyaret eder.
Bir vakitler Safiye Ayla’nın ona, onun da Safiye Ayla’ya gönlünü kaptırdığı söylenir. Geçmiş zaman, her ikisinin de ailelerinin de anılarına saygımdan deşmek istemem ama anlatılanlar doğruysa adım gibi eminim büyük bir aşktır. Büyük ve gerçek bir aşk.
Mersinli Ahmet, 1949 yılında güreşi bırakır ama güreşçileri bırakamaz. Son gününe kadar genç güreşçilerle ilgilenir. Mersin’de açtığı Olimpiyat Kıraathanesi’nde geçmiş günleri yâd eder. 1979 yılında geçirdiği trafik kazasında torunu ile birlikte buralardan çeker gider.
Şimdi Mersin’de, servi ağaçlarının gölgesinde uyuyor. Mezarının başucunda “Tüm Mersinliler Olimpiyat Şampiyonu Mersinli Ahmet’le gurur duymaktadır” yazıyor.
Eğer sizin de, benim gibi, sizi Mersin Mezarlığı’na ziyarete götürecek kadar derin bir dostunuz olursa onunla gidin. Mersinli Ahmet’in ruhunu şad edin.
Paylaş