Paylaş
Bu hoyrat düzeltmeden çok kırılırdı kalbim benim. İçerlemek daha doğru tanımlama galiba. Çok fena içerlerdim. “‘Ha’ demedim ki ben, ‘hı’ dedim” diye paralardım kendimi ve fakat bir türlü, yüzlerine oturttukları o gevşek bir sırıtışı silemezdim. Bu servis tipleri, bir de “Zızzzt Erenköy” derlerdi. Bunun ne demek olduğunu bir türlü anlayamazdım. Neye ve neden öyle üst perdeden güldüklerini de.
Sonra öğrendim tabi. Eşşek gibi. Hiç “Ha” demedim bir daha, “Hı” da demedim, neme lazım “Hım” bile demedim. “Efendim” dedin mi sorun çıkmıyordu, kalbin kırılmıyordu, içerlemiyordun bir şeylere.
Okulun bahçesindeki boş salıncağı sallarken, 3-B’deki o yeşil montlu yakışıklı oğlanın tam da o sırada ordan geçtiğine, ona bakarken boş ve demir salıncağın kafama inmesine, hadisenin okul revirindeki kanlı finaline ağlamadımdı da, servisteki Zızzzt Erenköy’cülerin bir lafına çok ağladımdı. Yine aynı gevşek sırtışla “He he” dedi biri, “İyileşince geçer”.
Kaşım patlamıştı, canım çok acımıştı, yeşil montlu oğlana rezil olmuştum. “İyileşince geçer!” ne demekti be. Ağlayarak Beşiktaşlı Amca’ya koştum. Hemen anladı tabi.
Beşiktaşlı Amca; Ankara’da, seksenli yıllarda, kırmızı minibüsüyle Çankaya’nın pek çok okuluna servis yapardı. Minibüsün tepesinde “Beşiktaşlı Amca Tur” yazardı.
Ankaralı hatrı sayılır sayıda çocuğun Beşiktaşlı olmasının nedeni, ne Metin’di ne Ali’ydi, ne Feyyaz’dı. Beşiktaşlı Amca, o çocuklara Beşiktaş aşkını üfleyen adamdı. Ve o çocuklar eğer Beşiktaşlı Amca’ya rağmen başka takımları tuttularsa, sebebi yine Beşiktaşlı Amca’ydı.
Çünkü Beşiktaşlı Amca’dan; takım tutmanın biraz da birbirini kızdırmaktan, tatlı tatlı itişmekten, yenilen takımla ilgili şakalar yapmaktan duyulan zevkle ilgili olduğunu öğrenmişlerdi. Ondan, bu işin kırmadan dökmeden ötelemeden yapılabileceğini gösteren şahane cümleler duymuşlardı. Rekabetle filan işi olmazdı. Beşiktaş dâhil her takımla ilgili konuşur, dalgasını geçer, kendisine yapılınca da kıs kıs gülerdi. Beşiktaşlı Amca’nın sırrı buradaydı.
Onun için çocuklar müşteri değil, emanetti. Hatta torundu. Onları hiç kırmazdı, sesini hiç yükseltmezdi. Hiçbir karşılık beklemeden, “Astarı yüzünden pahalıya geliyor bu işin” demeden, hemen her gün serviste paketler dağıtırdı. Kârla zararla işi olmazdı. Paketlerden bazen leblebi tozu çıkardı, bazen pamuk helva, mevsimine göre can erik. Ama illa ki yıkanmış!
Beşiktaşlı Amca, “Bunları boş ver, ne haber aşktan?”dı. Annelerin yılbaşlarında, bayramlarda filan ona hazırladıkları paketten muhakkak çorap ya da mendil çıkardı. Taraftarın antrenmana baklavayla gitmesi gibiydi bu. Öyle sahici, öyle paha biçilemez, öyle parayla filan ölçülemez bir teşekkür gibi.
Beşiktaşlı Amca, önce gözümün yaşını sildi, “Boş salıncak sallanır mı hiç? İnsan kendine bunu eder mi?” dedi. O gün için hazırladığı paketlerden verdi, “Git otur bakalım arkaya sen” dedi, bunları çağırdı yanına. “Oğlum iyileşince geçmez, geçince iyileşir” dedi. “Espri o bir kere” filan diyecek oldular, onları da paketledi, yolladı yerlerine.
O günden beri biliyorum ki; zalim şakacılar ne derse desin, ölünce geçmiyor. Geçince zaten ölmüş oluyor aşk gibi acı da.
Acının, hele hele ölüm acısının geçeceği zamana karar vermek, “Ölmüştür, geçmiştir” demek, boş ve demir bir salıncağı sallayıp sallayıp kafamıza indirmek demek.
Boş salıncak sallanır mı hiç? İnsan insana bunu eder mi?
Paylaş