Paylaş
Dokunamadığım satırlardaki şu “Bugün, Metin Göktepe’nin, bir gazetecinin, bir spor salonunda öldürülmesinin, bedeninin o spor salonun kantinine bırakılmasının on dokuzuncu yıl dönümü” cümlesini “yirminci yıl dönümü” biçiminde tamamlamanızı rica ediyorum.
Marifet diye söylemiyorum, öyle olduğu için söylüyorum. Eğer tanıştığım, sohbet ettiğim, çay içtiğim birinin, hangi takımı tuttuğunu bilmiyorsam ben, soramamışsam, didikleyememişsem iki olasılık vardır:
Ya dünyanın en şahane insanlarından biridir, ya da çok erken ölmüştür.
Metin Göktepe için ikisi de geçerlidir.
Hangi takımı tutuyordu öğrenemediysem o gün, soramadıysam, didikleyemediysem bu ikisinden sebeptir.
O kadar şahane bir insandı ki, tanıştığımızda “Bu kadar iyi insan olur mu?” diye düşünmekten futbol filan diye bik bik edemedimdi.
Üstünden başından güzellik akan biriydi.
İyilerin takımını tutuyordu zahir, belliydi. O niye takım tutsundu, bütün takımlar onu tutsa yeriydi. Anlamam için iki bardak çay yetti.
“Spor salonunun duvarından düştü” dediler. Eyüp Kapalı Spor Salonu’nun. O duvar bizim gençliğimizin üstüne düştü.
Bizim kuşak ilk onu yitirdi.
İlk acımız. İlk yasımız. İlk gözyaşımızdır.
Bugün, Metin Göktepe’nin, bir gazetecinin, bir spor salonunda öldürülmesinin, bedeninin o spor salonun kantinine bırakılmasının on dokuzuncu yıl dönümü.
Hiç azalmadı acısı.
Hiç unutmadık.
Hiç.
Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Öyle kapalı spor salonlarında filan değil, Metin Göktepe’nin adını taşıyan koca koca stadyumlarda maç izleyeceğiz bir gün biliyorum.
Paylaş