Her ömür kendi gençliğinden vurulur

Fenerbahçe’nin eski başkanlarından Ali Şen’in on yedi yaşındaki torunu, Alp Ali Şen bir kazada hayatını kaybetmiş. Genç ölümlere dayanacak gücümüz kalmadı.

Haberin Devamı

Geçen sene bu vakitlerden beri ülkenin gözünün yaşı, haritayı yıkadı.

Gezi’de kaybettiklerimizin acısını asla geride bırakamayacağımızı anladığımız, Yılmaz Odabaşı’nın “Her ömür kendi gençliğinden vurulur” dizesini ezber ettiğimiz zamanlarda; bir bebek camı kırk bir evde donarak öldü. Bir baba, sırtındaki çuvaldaki ölü bebeğinin bedeniyle, kilometrelerce yürüdü.

Karakolda yaşadıklarına dayanamayıp kendini öldüren Onur Yaser Can’ın annesi, oğlunun yanına gitmek için aldı canını. Berkin gitti, ekmek çarptı hepimizi. Pamir’i aradık kör kuyularda. Gizem’e ne çok yandık, kum çiğnedik, kum. Sonra Soma.

Dayanacak gücümüz kalmadı


Ama daha dayanılmaz bir şey girdi hayatımıza: Ölümlerin ardından kurulan o akıl almaz cümleler. Radikal kötülüğün tonu. Ayrışmanın/ayrıştırmanın sonu.
Bu pislik, İzmit Depremi’nden sonra başladı aslında. Onca acının üstüne “Gölcük’te askeriye var ya, Allah belalarını verdi işte” ile başladı. Van Depremi’nde başka biçimde katlandı. Sırrı Sakık’ın gencecik Sidar’ı kendini boşluğa bıraktığında en feci örneklerini duyduk/okuduk.

Başkasının acısına, hatta evlat acısına bile “Oh olsun” demeye kadar uzanan iş, ölmüş bir çocuğun annesini yuhalamaya kadar vardı. Soma’daki katliamın ilk dakikalarında son seçimlerdeki oy oranlarını paylaştı birileri. Vurulanla vuruluyoruz, düşenle düşüyoruz ama esas bunlarla ölüyoruz.

Başka güzel çocukların nefesini dinlemekten, geceleri kendi çocuğumuzun üstünü örtmekten utandığımız çok zor zamanlardan geçiyoruz. Ali Şen’in on yedi yaşındaki torunun ölümü üzerine, bir takım “taraftar”ların sağda solda yazdıklarını burada asla tekrar etmeyeceğim. Gören görmüştür, başka kimse bilmesin, annesi duymasın.

Birilerinin dedesiyle, anasıyla, babasıyla derdiniz varsa onunla görün hesabınızı. Çocuklarını karıştırmayın, evlat acısına “Oh olsun” demeyin.

Ben bunu ömrünün yarısını cezaevinde geçiren birinden öğrendim. Geçtiği ağır işkencelerin izi, bedenine ve ruhuna kazınmış o adam, bir gün işkencecisinin kızının öldüğünün haberini aldı. Etrafındakilerin yüzünde bir gülümseme belirecek gibi oldu, gülümsemeyi yüzlerinde dondurdu. “Sakın!” dedi. “Sakın tek laf etmeyin, sapla samanı birbirine katmayın, evlat acısına sevinilmez!”

Üzüntümü dile getirdiğim küçücük bir tweet üzerine, kimileri, Ali Şen’in Kenan Evren’in her gık deyişinde yanına koştuğunu hatırlattılar bana. Biliyorum. Ama ben de onu diyorum; Ali Şen, Kenan Evren’in nesi olursa olsun, ölen torunu bu konuya dâhil edilemez.

Kaldı ki, Kenan Evren’le hesabımız, kaç cihan varsa, hiçbirinde bitmez.

Yazarın Tüm Yazıları