Paylaş
Kimsenin, kendini dünyanın merkezi sandığı yoktu. Hayattı hayatın merkezi.
Ana baba ne yerse, onu yerdi çocuk. Biberon tamam. Ama mama kavanozları filan taşınmazdı sağa sola. Pratikliklerine GDO bulaşmazdı, bebek muhallebisi dediğini on dakikada pişirirlerdi.
“Hadi” dendi mi evden çıkılır, iki saatlik gezme için valiz gibi çantalar hazırlanmaz, yedek kıyafet diye bir şeyler taşınmazdı. Sokak ortalarında atlet değiştirilmez, gerekirse bir mendil, terli çocuğun sırtına tepiliverirdi.
Tantanasız, sakin, pratik ve portatif bir hayattı. Gelişine vururlardı topa. “Ay oğlana kim bakacak, ayarlamak lazım” denmezdi. Düğüne bayrama çocuklarla gidilir; gerekirse iki sandalye birleştirilir, çocuk yatırılır, üstüne ceket örtülür, kasap havasına bırakıldığı yerden devam edilirdi.
Yoktu öyle “Aman çocuğun düzeni bozulmasın” lafları. Şimdi bizim bozulacak diye heder olduğumuz düzen ne ki zaten? Başka iki kurs arasına sıkıştırılmış piyano dersi, playstation sonrası uyku saati, alışveriş merkezinde jeton sırası. “Bakkala git” desen gitmezler, para üstü almayı bilmezler, ama hepsi mental aritmetik kursunda. Neyi hesaplayacaklarsa?
“Yeni sürümü çıkmış” diye bir şey yoktu o hayatta. Bizim kuşağa ait bir cümle değil. Mecbur kalınca kullanıyorum ben. Bildiğimden, anladığımdan değil. Sürüm ne be? Yeni sürüm ne? Eskisine ne oldu? Yenisi eskisi olmuyordu Antep’ten kaçak gelen teybin. Walkmen’in de.
Gamewatch’un da yoktu yeni sürümü. Bir kere alınıyor, içinde bir tek oyun oluyor, hep o oynanıyordu. Küçücük pilin bittiğini oyunun müziğindeki inlemeden anlar, kapatırdık. Alınırdı elbet. Zaten yapacak bir dünya şey vardı. Şarj meselesi de yoktu. Şarz meselesi hiç yoktu
Şimdi eski sürümden yeni sürüme, sürüm sürüm süründürüyor bizi bebeler. O şarj aletini çantana koymayı bi unut bakalım nasıl geri dönüyorsun tee Eymir’den eve. Gölün kenarında ne oynayacaklarsa tablette?
Ana babamızın hayatını yaşıyorduk biz. Bakmayın, çok iyi bir şeydi bu. Arabanın hava filtresini kışlıktan yazlığa getirmeyi de, kamp çadırı kurmayı da, yarım kilo dolmalık bibere ne kadar soğan doğranacağını da oralarda öğrendik.
Ayrı televizyon, yok efendim çocuk kanalları filan olmadığından “Ajansı dinleyeceğim” diyen babayla haberler, “Bulaşıkları durulamama yardım ediver de Şahin Tepesi’ni kaçırmayayım” diyen anneyle dizi seyredilirdi.
Bizim ve önceki kuşakların sporla kurdukları o tuhaf bağın sırrı biraz burada. Ben mesela, hafta sonuna sıkıştırılmış yüzme kurslarında değil, babamın bir ay boyunca eve kapandığı, gece yarılarına kadar televizyon başından ayrılmadığı günlerde sevdim sporu. Babam seyretti, ben sevdim.
Nadia Comaneci’nin Montreal’de, gözleri yuvalarından uğramış olan jüri üyelerinden on üstünden on puan aldığı vakitler doğmuşum. Göbeğimin kesildiği o günleri sayamadığımdan “1980 Moskova” kişisel tarihimin ilk Olimpiyatı’ydı. O yaz babamla, televizyonun karşısında uzun günler ve geceler geçirdik, dört yaşındaydım. “Boykot”, “İşgal”, “Afganistan” gibi sözcükleri hiç anlamadım. Steve Ovett ve Sebastian Coe ile o günlerde tanıştım, adına spor dedikleri şeye o gecelerde âşık oldum.
Sonra Marita Koch’u, Abebe Bikila’yı, Mark Spitz’ı, Carl Lewis’i, Edwin Moses’ı, Olga Nazarova’yı, Drazen Petrovic’i, Sergei Bubka’yı, Gabriela Sabatini’yi, Haile Gebrselassie’yi, Hicham el Guerrouj’u tanıdım.
Babamın çok kararlı bir ses tonuyla “Kupa bitsin, tatile öyle gideceğiz” dediği “1982 İspanya” kişisel tarihimin ilk Dünya Kupası’ydı. O yaz babamla aynı televizyonun karşısında uzun günler ve geceler geçirdik. İki yıl eklemişsinizdir, altı yaşındaydım. Almanya’dan neden ve “Doğu” ve “Batı” diye söz edildiğini hiç anlamadım. Socrates’le o günlerde tanıştım, adına futbol dediklere şeye o gecelerde âşık oldum.
Sonra Butragueno’yu, Careca’yı, Maradona’yı, Lineker’i, Baggio’yu, Platini’yi, Matthauus’u, Romario’yu, Völler’i, Scifo’yu, Littbarski’yi, Hagi’yi, Zidane’ı tanıdım.
Babam seyretti, ben sporu çok sevdim. Şimdi Dünya Kupası’nı bekliyorum. Bi şeyin yeni sürümü çıkacakmış, oğlum da onu bekliyor. “Kupa bitsin, tatile öyle gideriz” dedim. Sanırım kararlı ses tonu üzerine çalışmam gerekiyor.
Paylaş