Paylaş
Adına layık bir aristokrasimiz olmamasına rağmen, iş, bir şeyi beğenmemeye gelsin, en önde biz koşarız. Bir de aristokrasimiz olaydı, ota köke burun kıvırmaktan ağzımız yüzümüz çarpılırdı bizim yeminle.
Bana kalırsa, ki şahsi fikrimdir, kime kalacak, kimden izin alacağım; memleketin has şairi de, has oyun yazarı da, has öykücüsü de mizahçıların arasından çıkmıştır. Ama burun kıvrılır, zira mizahçıdır onlar. Ve mizah “edebiyatın/sanatın pavyonu”dur kimilerine göre.
Oysa Sen Gara Değilsin’i izleseler, Kalk Gidelim Defteri’ni bilseler, ya da Hayaller Kâhyası’nın tek bir satırını okumuş olsalar zaten tartışma oracıkta biter.
Yıldız Tilbe’nin içine bir bakabilseler. “El Adamı” şarkısına mesela. “Sığ yüzüne kapattığın saçlarımı kestim” diyerek ödeşmenin kitabını nasıl yazdığını görürler. O hassas burunlarını “Tavernacı” diye kıvırdıkları, oysa hep dönemini aşan şarkılar söyleyen Ferdi Özbeğen’in “Ağla Hâlime”sini bir dinleseler ağlarlar hallerine. Ama yok.
Bu, kraldan aristokrat arkadaşların ellerinde listeleri vardır. “Bunlara burun kıvırmazsak olmaz arkadaşlar” listesinin en başında da futbol vardır. Futbola iki laf aşketmezlerse hatırları kalır. Ha bir de sanırsın, endüstriyel futbolun canına okuyacaklar, en derininden bir eleştiri patlatacaklar ki hepimiz aydınlanacağız. Biz bilmiyoruz çünkü futbolun endüstriyelini!
O kadar edecek laf varken, ede ede de şu lafı ederler. “Bi topun peşinde yirmi iki adam koşuyo, bunlar da bakıyo!” Bak bak, akıl yürütmenin şahaneliğine bak, indirgemeye bak. Ben ne zaman duysam bu cümleyi “Yirmi o, yirmi” diye karşılık veriyorum, “Kaleciler koşmuyo topun peşinde pek…”
Benim gibi yüzeyden değil, derinden gitmeyi tercih edenler var tabi. Onlardan biri şöyle demiştir: “Futbolun yirmi iki adamın topun peşinden koşması olduğunu düşünmenin, kemanın telden ve yaydan, Hamlet’in kâğıt ve mürekkepten ibaret olduğunu söylemekten bir farkı yoktur.”
Camus de söylediydi bunlara, “Ahlak ve insanın yükümlülükleri hakkında güvenebileceğim ne biliyorsam futbola borçluyum” dediydi. “İnsanların gerçekleri, felsefe ve dogmanın karışık dehlizlerindense futbolun yalınlığında bulabileceğini düşünürüm” de dediydi.
“Kamü mamü, neyse ne. Sevmiyoruz kardeşim, ilgilenmiyoruz” deyin çekilin kenara. Ama o zaman yeterince burun egzersizi yapılmamış oluyor tabii. İlle bi “yirmi iki kişi koşuyo” ezberi! Ah nerde be, nerde? O kadar koşan futbolcuyu dünya futbolu mumla arıyor, bulduğunu bırakmıyor.
Ama Gezi’de gördüler. Kendilerinin ağız burun eğdiği, polisin itip kakmaya yer aradığı, kimilerinin sıraya dizip müşteri yapmaya çalıştığı futbol taraftarının oraya neler kattığını. Taraftarın sadece bakmadığını, bakıyorsa da, baktığı şeyin akılla açıklanması gerekmeyen bir aşk olduğunu.
Taraftar, Gezi Parkı’na, semtine, şehrine ve hayata sahip çıkarken önce kendi arasında barış yaptı. Yapay bir şiddetin ayırdığı Bursasporlularla Beşiktaşlılar, Karşıyakalılarla Göztepeliler, Fenerbahçelilerle Galatasaraylılar, daha güçlü bir şiddet karşısında yan yana durdular. Sonra da bu burun kıvırıcıları futbolla barıştırdılar. “Başımıza bir şey gelirse kimi arayacağımızı biliyoruz” lafı aha buradan çıktı.
Üstelik, Gezi’deki taraftarın Hababam Sınıfı’nın müziği gibi; yavaş çalındığında ağlatan, hızlı çalındığında güldüren duruşlarının beslendiği bir yer vardı. Tüm ezberleri bozan, o acının arasında hem gülmekten hem ağlamaktan aynı anda öldüren güzelliklerini devraldıkları bir yer vardı.
O yer, bu ülkenin mizah geleneğiydi. İçinde Hokkabazlar, Curcunabazlar, Ortaoyuncular, Karagöz-Hacivat, Köy Seyirlik, Meddah, Kel Hasan Efendi, İsmail Dümbüllü, Münir Özkul olan bir yer.
İçinde Cilalı İbo, Sadri Alışık, Adile Naşit, Kemal Sunal, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Şener Şen, Ferhan Şensoy olan bir yer.
İçinde Aziz Nesin, Süavi Sualp, Oğuz Aral, Metin Üstündağ, Atilla Atalay olan bir yer.
Bizim, başka hiç bir ülkenin vatandaşına anlatamayacağımız cümlelerimiz var: “Dünyanın bütün meşhurları bununla traş oluyor; İngiltere Kralı, Rahmetli Başkan Kenedi, Taçsız Kral Pele, Bakenbauver, Kaleci Mayer, Nadya Komanaci, Biricit Bardo, Fenerbahçeli Cemil! Hepsi şöhretlerini bu bıçağa borçludurlar!” gibi… Vecihi’yi kimseye açıklayamayız.
Gezi’de gördük ki, başta Çarşı olmak üzere, futbol taraftarı ülkenin mizah geleneğinden hepimizden iyi beslenmiş. Şiddetin dışlanmasında, ısrarla “edebiyatın pavyonu” muamelesi gören mizah pavyoncularının emeği büyük.
Gezi’dekiler Sıkılhan Öflan ve arkadaşlarıydı. Sıdıka’yı da görmüştüm, selamı vardı.
Şair demişti ki: “Unutmak mı, delisin,
Gitmesem de bekler orada deniz.”
Gezi’yi unutmak mı?
Paylaş