Paylaş
Bak hiç endüstriyel futbol, milyon eurolar, transfer filan diye itiraz etmeyin rica ediyorum. Biliyoruz hepsini. Ne yazık ki ezbere biliyoruz. Tam da bunun dışına çıkan anlardan biri olduğu için yazıyorum bu yazıyı. Endüstri fikrini bi anlığına alt üst eden anlardan biri olduğu için. Endüstriden uzak, spora yakın bi yerden akan, sahici veda gözyaşlarını anlatmak istiyorum. Fabri’nin gözyaşlarını.
Tam adı Fabricio Martin Agosto Ramírez. Bizim için “Fabri”. Beşiktaş taraftarı için; onu selamlamak, bazen desteklemek, bazen “sil gözyaşlarını” demek için söyledikleri o tezahürattaki gibi “Fabriii Fabriii”.
1987 yılında İspanya’nın Vecindario kentinde doğar, futbola orada, Vecindario Jugend takımında başlar. 2005 yılında Deportivo’ya geçer. Önce altyapı, sonra B takımı filan derken A takıma yükselir ve fakat işler istediği gibi gitmez. O sezon kendisini pek gösteremez, kaleyi değil yedek kulübesini bekler ve bu tekrar B takımı yolları demektir.
Böyle böyle geçen yıllardan sonra kulüple sözleşmesi biter, Valladolid günleri başlar. Orada işlerin pek iyi gittiği söylenemez, forma şansı bulamadığı bir sezonun ardından Recreativo de Huelva’ya kiralanır. 2011-12 sezonunda Valladolid’le sözleşmesi biten Fabri, Real Betis ile sözleşme imzalar. 2013 yılında beş yıl sonra tekrar Deportivo’dadır.
Ben onu 5 Temmuz 2016 tarihinde Beşiktaş’a gelirken Deportivo’ya veda ettiği basın toplantısında tanıdım. Deportivo evi sayılırdı, orda yetişmişti, şimdi evinden ayrılıyordu hiç kolay değildi. Gözleri yaşlıydı. O zaman da çok sahici gelmişti Fabri’nin gözyaşları bana, bugün Beşiktaş’a veda ederken de çok sahici geliyor.
Çünkü bazıları; büyük paralar, dev rakamlar, transfer ücretleri filan söz konusu olsa da kâğıt tabak gibi kullanıp atamıyor yaşanmışlıklarını. Fabri o bazılarından biri. Gözünün yaşı şurasında duranlardan; üzüldüğünde, bazen sevindiğinde, yanlış bi şey yaptığını düşündüğünde gözyaşlarını tutamayanlardan.
Bizde biliyosunuz gözyaşı pek affedilmez. Çünkü bizde gözyaşına, zayıflıktan/acizlikten/beceriksizlikten başka bi şey atfedilmez. Ağlamak zayıflıktır, ağlayan zayıftır. Bu konuda mutabıkızdır. Gerçi öyle çok gülmek de hoş karşılanmaz. Öyle bi tuhafız.
Daha evvel bir Rizespor maçında, taraftarla tartışıp ağlayarak sahayı terk eden ve formasını giydiği Trabzonspor yönetiminin gözyaşlarını hiç hoş karşılamadığı “Aynı yolda yürümeyiz artık” dediği Volkan için yazmıştım:
“Volkan; bir daha düşersen, bir daha ağla. Kalk yürü, bir daha gül. Biz seninle ağlar, seninle güleriz, o yolları aynı hevesle yürürüz. Kadını erkeği mi var, insan olmakla ilgili bir şey bu, ağlatırlarsa ağlar, güldürülerse güleriz” demiştim.
Sonra ağlayarak veda eden hakem Deniz Çoban’ın ağlaması üzerine kopan fırtına için:
“Ağlamak. Ağlayarak ‘Hata yaptım’ demek. Ağlayarak veda etmek bazılarına korkunç geliyor. Çünkü ağlamayı zayıflık sayıyorlar. Ağlamayı zayıflık sanıyorlar. Ne acayip. Ben mesela, kendimi en güçlü hissettiğim zamanlarda ağlarım. Oğluma sarılınca. Âşık olunca. İstanbul’dan denize bakınca. Ayrıca da zayıflık iyi bi şeydir, gücün ne olduğunun malum olduğu bu dünyada. Ağlayın Deniz Hoca, ağlayın. Ağlar ağlar açılırız. Hayat ağlatırsa ağlar, güldürürse güleriz. ‘Ağladıkça bozkırlar yeşerecek’ onu da ancak biz ağlayanlar biliriz” diye yazmıştım.
Şimdi Fabri’ye, vedasındaki gözyaşlarını izlerken gözyaşlarını tutamamış biri olarak yolun çok açık olsun diyorum. Hep sevinçli haberlerden, kurtardığın gollerden, kaldırdığın kupalardan sonra ağlarsın inşallah. Arkanda, gözün yaşlandığında sana taa buralardan mendil uzatacak milyonlarca Beşiktaş taraftarı bıraktın. Bunu düşünüp düşünüp hislen, bi daha ağla. Hadi kal sağlıcakla.
Paylaş