Paylaş
İsimleri, olayları, ayrıntıları filan yazmayacağım. Doping üzerine de yazmayacağım. Bin kere yazdım bin kere okumuşsunuzdur.
Doping yüzünden geri alınan madalyalardan sonra Türkiye’nin Olimpiyat tarihinde üç atletizm madalyası kaldı. Ben o madalyalardan ilkinin, Olimpiyatlarda kazandığımız ilk atletizm madalyasının hikâyesini anlatacağım size. O hikâyenin dopinge olan uzaklığını, gözü dönmüş bir kazanma hırsına olan mesafesini, sporun oyun haline yakınlığını anlatacağım.
Daha evvel anlatmıştım bi daha anlatacağım. Bugün tam zamanı. Sanıyorum nedeni sizce de açık.
Hikâyenin kahramanı Ruhi Sarıalp. 1924 yılında Manisa’da doğar. Atletizm sevdası Konya Askeri Lisesi’nde başlar. Sonra İstanbul’a gelir. Haydarpaşa Lisesi’ne. Sonra da Fenerbahçe’nin atleti olur.
Büyük aşkı üç adım atlama olan bir sporcu. Yüz metre değil, maraton değil, o değil, bu değil. Üç adım atlama. Herkesin sevdiğinden başkasını sevebilen bir adam.
Üç adım atlamayı sevme nedeni de bi o kadar şahane. “Çelik-çomak”oyununda çeliği almak için atılan üç adımdan gelen bi yakınlık. Oyunu sevmekten gelen. Çocukluktan gelen. Hikâyenin güzelliğine bak.
Nasıl farklı bir sporcu olduğunu anlatan çok acayip bi hikâye daha spor camiasında hep anlatılır. Derler ki, 1948 Londra Olimpiyatlarında, yarışma için hazırlanan Ruhi Sarıalp’ın yanına yaklaşan bir İngiliz görevli “Korkuyorsun” der. “Korkma. Büyük dedemin bir Türk’e olan borcunu ödemek istiyorum sana. Dedem, Kırım Savaşı’na giderken müttefik askerlerle Selimiye Kışlası’nda kalmış.
Senin, işte şimdi, burada böyle titrediğin gibi titriyormuş dedem de. Bir Türk asker, ‘Korkma’ demiş ‘Al şu bir poundu, bir dilek tut. Dileğin gerçek olacak.’ Dedem savaştan dönüp ailesine kavuşmayı dilemiş. Öyle de olmuş. Şimdi sen de al şu bir poundu ve dileğini tut!”
Ruhi Sarıalp, parayı alıp dileğini tutar: “Altından, gümüşten vazgeçtim, bana bir üçüncülük yeter!” Herkesin istediğinden başkasını isteyebilen bir adam.
O gün orada Ruhi Sarıalp’in dilediği o bronz madalya, Türkiye’nin Olimpiyat Oyunlarında atletizm dalında kazandığı ilk ve çok uzun zaman tek madalya olarak tarihe geçer. O değil de, esas, bronz madalya boynunda, bir pound belki hâlâ elinde, üçüncülük kürsüsünde aklından kim bilir neler geçer. Onun ve İngiliz arkadaşının.
Sarıalp’in pistlerle işi atlet olarak bittiğinde spor insanı olarak daha yeni başlıyodur. Sporun bilimden bağımsız yapılamayacağını söyler durur. “Spor tıp ilminin ışığı altında yapılırsa spordur, aksi halde kol ve bacak sallamaktan öteye geçemez” der. 1953 yılında, aktif sporculuğu bıraktıktan sonra Amerika Birleşik Devletleri’ne gider. Spor eğitimi alır. Türkiye’ye döndüğünde İTÜ Yüksek Denizcilik Okulu’nda beden eğitimi dersleri verir.
Denize tutkunudur. Kaptanlık yapacak, dersler verecek, kitaplar yazacak kadar. Bi de mitolojiye. Öyle böyle değil. Zaten Bergama’da arkeolojik kazıları izlerken rahatsızlanır. 3 Mart 2011’de hayatını kaybeder. Herkesin yaşadığından başka yaşayabilen bir adam.
İsmi pek çok yerde yaşıyor. Büyükçekmece Ruhi Sarıalp Spor Lises'inde mesela.
İTÜ Denizcilik Fakültesi’ndeki Ruhi Sarıalp Spor Salonu'nda. Fenerbahçe Dereağzı Lefter Küçükandonyadis Tesislerindeki atletizm pistinde ve Fenerbahçe Atletizm Şubesi’nin hemen yanına yapılan rölyefinde.
Sporumuzdaki bu itiş kakışın arasında elbet böyle bir sporcuyu anacağız. Onun gibileri çok daha arayacağız. Pound filan bulamayız da gözümüzü kapatıp bir dilek tutacağız. Ruhu şad olsun.
Paylaş